Haksız sözleri tasdik eden, dalkavuk ve iki yüzlüdür.
İmâm-ı Şâfiî Rahmetullahi aleyh
Haksız sözleri tasdik eden, dalkavuk ve iki yüzlüdür.
İmâm-ı Şâfiî Rahmetullahi aleyh
Hasan Cemal
Yazıklar olsun bize, gazeteci milletine!
Abdi İpekçi, Abdi Bey, Milliyet gazetesinin efsanevi Genel Yayın Yönetmeni ve başyazarıydı.
Ve gerçekten büyük gazeteciydi.
Milliyeti 1950lerin başlarından alıp 1979a kadar neredeyse tek başına yönetti. Her şeyine damgasını vurdu.
Abdi Bey yönetimindeki Milliyet Türkiyenin en çok satan değil ama en etkili, en kaliteli referans gazetesi oldu. Yalnız siyaset meydanında değil, kültür ve sanatta, sporda, magazinde de ses getirdi.
Annem severdi Milliyeti, Refi Cevat Ulunaya, Burhan Feleke düşkündü çünkü.
Ben ise çok kızardım Milliyete.
Özellikle de Abdi İpekçiye.
Hele başyazılarını hiç sevmezdim.
Çünkü Abdi Bey, seçim sandığından sürekli olarak Demirel gibi Amerikan emperyalizminin işbirlikçilerini çıkaran çok partili demokrasiyi savunurdu.
Ayrıca, demokratik solcu Ecevite verdiği destek de bizi çıldırtırdı. Türkiye 1971deki 12 Mart askeri darbesine doğru yol alırken, Ecevitle İpekçi, bizim Devrim dergisinde savunduğumuz darbeci ve Baasçı devrimcilik anlayışımızın düşman ikizleriydi.
Abdi Beye çok çektirdik.
Kızı Nükhet İpekçiye yazdığı bir mektupta, hem kendisini hem benim gibilerini o tarihlerde gayet iyi tarif etmiş:
Ben insanların özgür olmalarını, düşüncelerini, inançlarını, görüşlerini hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce açıklayabilmelerini istiyorum. Bu özgürlüğü, yalnız kendi doğrultumdaki kimseler için değil, karşıtlarım için de savunmak gereğine inanıyorum.
Gazetenin yönetiminde tutumum, inançlarım doğrultusunda oldu. Solcu olmayan, solcular tarafından beğenilmeyen kimselerin de yazılarının yayımlanmasını engellemedim. Haberlerde de aynı politikayı güttüm. Sola karşı çıkanların demeçlerine ambargo koymadım.
İşte bu tutumum, beni kendilerinden sayan solcuları deli etti. Bu davranışımı hiç anlamadılar, hiç onaylamadılar ve beni döneklikle, kaypaklıkla suçladılar. Tabii bununla yetinmeyip çok daha ağır isnatlarda bulundular.
Hâlâ da bulunuyorlar.
Tıpkı sağdaki fanatiklerin yaptıkları gibi… Zaten, sağda ya da solda körü körüne angaje olmamış her gerçek aydının kaderi budur: Her iki yandan gelen suçlamalara hedef olmak… (Milliyet, Önay Yılmaz ve Serhat Oğuzun dizi yazısı, 1 Şubat 2010, s. 14)
Bu satırlar bana göre değildi. Çünkü ben 1960ların sonlarında Abdi İpekçiyi hiç sevmeyen radikal bir gençtim.
12 Mart darbesiyle birlikte kendime gelmeye, değişmeye başladım. Yüzüm artık darbecilikten demokratlığa dönüyordu.
Böylece, Abdi İpekçiyi kıskanma dönemi uç verdi bende. Abdi Bey gazeteciliğinin yıllar boyu süren etkinliğinin, popülerliğinin Cumhuriyette meslek merdivenlerini tırmanmaya başlayan genç bir muhabirde böylesine karışık duygular uyandırması doğaldı.
Kıskanıyordum ama aynı zamanda yakından izlemeye çalışıyordum Abdi İpekçi gazeteciliğini. Ve etkilendiğimi hissediyor, görüyordum.
Ama belli de etmiyordum.
Çünkü Abdi İpekçi, 1970li yıllarda Cumhuriyetin tepelerinde pek öyle sempatiyle bakılan bir gazeteci sayılmazdı.
Abdi Beyin 1 Şubat 1979 gecesi öldürüldüğü zaman, ben aile meclisimde Cumhuriyetin Ankara temsilciliğine atanmamı kutluyordum.
1981de Cumhuriyete Genel Yayın Yönetmeni olduktan sonra da, Abdi İpekçinin yakınında bulunmuş meslek büyüklerimden Abdi Bey ekolü hakkında bir şeyler kapmaya devam ettim. Özellikle gazete yönetirken kendisinden çok şey öğrendiğimi fark ettim.
Aradan 31 yıl geçmiş…
Hâlâ gerçeği tam bulamadık!
Hâlâ bir muamma…
Yazıklar olsun bize, gazeteci milletine!
İpekçi ailesinin bunca yıldır hiç dinmeyen acısını bir kez daha bir nebze olsun paylaşmak istedim.
h.cemal@milliyet.com.tr
2 Şubat Salı 2010
1453 Fetih from yigit toraman on Vimeo.