26 Nisan 2024, Cuma 15:41:57 İletişim Formu

Muhsin Dağına

Ekleyen zmtadmin On Mart - 25 - 2010 Yorum Ekle

muammererkul

 Muammer ERKUL

?Geçen sene bugün meydana gelen helikopter kazasında, Yazıcıoğlu’nun vefat haberi duyulduktan sonra yazdığım ilk yazımda şu cümleler vardı: “Fidan Ana’nın at üstünde cirit oynayan koçu, aşılmaz ‘ecel dağına’ tosladı! O dağın adı artık ‘Muhsin Dağı‘dır!..”

 

Sonraki gün “Nizam-ı Âlem’e mektup”ta; ismi “Muhsin Dağı”, “Beyaz ölüm” veya “Üşüyorum” olabilecek ciddi bir film yapılması, biletlerininse peşinen satılması teklifi şöyleydi:

Bu olağanüstü ve gerçek senaryonun çekimi hemen başlamalı, kabirlerin toprağı düzlenmeden… Hadi, bu iş tarihe geçsin! İnsanlar, bir film henüz çekilmeden biletlerinin nasıl kapışıldığını görsün… Çünkü bu konunun içinde “her şey” var: Türkiye’miz, Anadolu insanımız, son elli yılımız var. 70’li yıllar var. 6 yıl kaldığı hücreden çıktığında suçu hâlâ bulunamamış mahkûmlar var… Ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun da önünde diz çöktüğü S. Ahmet Arvasi’nin tedrisinden nice anlatılacaklar var…

*

Bir sene geçti. Muhsin Dağı’nı hâlâ başka isimle ananlar var. Ve bir sene geçti, sipariş ettiğim bilet henüz gelmedi!.. Ve sevenleri hâl⠓Koca Reis”in yazdığı “Üşüyorum” ile ısınmaya çalışıyorlar:

Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır/Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum/Gözlerim parke parke taş duvarlarda/Açılıyor hayal pencerelerim/Hafif bir rüzgâr gibi süzülüyorum/Kekik kokulu koyaklardan aşarak/Güvercinler ülkesinde dolaşıyor/Bir çeşme başı arıyorum/Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp/Mis gibi nane kokuları arasında/Ruhumu dinlemek istiyorum/Zikre dalmış her şey/Güne gülümserken papatyalar/Dualar gibi yükselir ümitlerim/Güneşle kol kola kırlarda koşarak/ Siz peygamber çiçekleri toplarken/ Ben çeşme başında uzanmak istiyorum/Huzur dolu içimde/Ben sonsuzluğu düşünüyorum/ Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum/ Durun kapanmayın pencerelerim/ Güneşimi kapatmayın/Beton çok soğuk, üşüyorum…

…..

NOT: Reis’le üç arkadaşına, helikopterin pilotuna ve İHA’dan İsmail Güneş kardeşime rahmetler diliyorum…

Sakaryalı Dadaşlar Esav Gecesinde

Ekleyen zmtadmin On Mart - 21 - 2010 Yorum Ekle

2Sakarya’lı Dadaşlar Esav Gecesi’nde

Erzurum’un düşman işgalinden kurtuluşu dolayısı ile Ankara’da Kurtuluş Gecesi düzenlendi.Geceye Esav Vakfı Başkanı Veysel Karani Aksungur’un davetlisi olarak Sakarya Erzurumlular Deneği Başkanı Mükerrem Koç ve Yönetim kurulu üyeleri Mehmet Taştan ve Bedrettin Yaylalı’da katıldı.Esav Başkanı Veysel Karani Aksungur, Erzurum Kütürünü , Ankara’da yaşatmanın mutluluğunu yaşadıklarını belirterek geceye katılan misafirlere teşekkür etti.Daha önce Kuzuluk Kaplıca Evlerinde Sakarya Erzurumlular Derneğinin programına katılan Türk Halk Müziği TRT Sanatçısı Nurullah Akçayır’da Sakarya’ya selam göndermeyi unutmadı…27 Mart’ta Sakarya’da düzenlenecek olan kurtuluş gecesine Ankara’da bulunan Erzurumlularda davet edildi.Program Kanal25,Kaçkar ve Başkent TV’den canlı olarak yayınlandı.

1

 

IMG_0405

IMG_0417

Dadaşların Ziyareti

Ekleyen zmtadmin On Mart - 21 - 2010 Yorum Ekle

362

Dadaşların Ziyareti

Sakarya Erzurumlular Derneği Başkanı Sn Mükerrem KOÇ ve Kuzuluk Termal Tesisileri Genel Müdür Yardımcısı Sn Mehmet TAŞTAN ‘ ın Başkanlığındaki Erzurumlular Derneği Yönetim Kurulu Kaymakamımız Birol KURUBAL ‘ ı ziyaret etmiştir.

Erzurumlular Dernek Başkanı Mükerrem KOÇ Kaymakamımız Birol KURUBAL ‘ ı Erzurumun kurtuluş yıldönümü münasebetiyle düzenlenen törenlere davet etmiştir.

362

http://www.arifiye.gov.tr/haber_detay.asp?haberID=418

Dostlarımız Yanımızda

Ekleyen zmtadmin On Mart - 21 - 2010 Yorum Ekle

325Dostlarımız Yanımızda

İlimiz Akyazı İlçesinde bulunan İhlas Kuzuluk Termal Tesisleri Genel Müdür Yardımcısı Sayın Mehmet TAŞTAN Kaymakamımız Birol KURUBAL ‘ ı makamında ziyaret etmiştir.

Kaymakamımız Birol KURUBAL tesislerin İlimiz turizmine büyük katkı yaptığını ifade etmiştir.

325

http://www.arifiye.gov.tr/haber_detay.asp?haberID=379

18 MART ÇANAKKALE

Ekleyen zmtadmin On Mart - 21 - 2010 Yorum Ekle

resim5

Mehmet TAŞTAN

Bugün 18 Mart Çanakkale Zaferinin 95.yıldönümü.

Birinci dünya savaşında Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’a ulaşmayı hedefleyen itilaf kuvvetleri gemileri, Osmanlı askerinin kahramanca savunmasıyla boğazın karanlık sularına gömüldü.

Çanakkale bir direnişin destanıdır…

250.000 Gencecik fidanın kahramanlık destanıdır…

Hepsi ayrı ayrı bir kahramandır destanları farklıdır…

Çanakkale şehitliğini ve orada verilen kahramanca mücadelenin izlerini yerinde görmeli, çoluk çocuğumuza mutlaka göstermeliyiz…

Askerliğimizi Çanakkale’de yaptık…

Birkaç kez destanın yazıldığı, şehitlerimizin kabirlerini ziyaret ettik…

Arifiye Erzurumlular derneğinin düzenlemiş olduğu bir gezi ile de tekrar ziyaret etme fırsatı bulduk…

Yapılan düzenlemelerle şehitlik farklı bir hale getirilmiş…

Yeni yapılan düzenlenen Namazgâh’ı mutlaka görmenizi isterim…

Öyle bir mücadele içerisindesiniz ki, o şartlar dâhilinde bile askerin ibadetini rahat yerine getirmesi için mekân düzenlenmiş…

Müttefik Orduları Başkomutanı General Hamilton’un satırlarından Çanakkale Savaşı’nı bize kazandıran hasletimizi hep birlikte okuyalım:

“Evet, insan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünyada hiçbir ordu, bu kadar sürekli ayakta kalamaz. Sadece bugün 1.800 şarapnel attık. Aylardan beri gece gündüz savaş gemilerimiz mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri koruyan Allah’tan ayırmak için başka ne yapılabilir?”

Şehitlikleri gezdiğinizde mezar taşlarından günümüze verilen mesajı görüyorsunuz…

Üsküplü, Azerbaycanlı, Şam, Sakarya, Erzurum, Geyve, Taraklı, Sapanca, Akyazı, Edirneli…

İşte Çanakkale…

İşte Türk Milleti…

Lazı, Gürcüsü, Çerkezi, Abazası, Dadaşı, Arabı, Kürdü, Türk’ü hepsi orada hepsi Türkiye için; Türk milletinin bekası için aynı cephede savaşmış ve şehid olmuşlar.

Şimdi bu ayrım, bu kavga niye…

Eksiğimiz, hatamız nerede?

18 Mart 1915 Deniz Zaferi ile Çanakkale Boğazı adeta İtilaf Devletleri donanmasına mezar oldu. Zafer Akşamı İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale Boğazı’nı terk ederken, Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanı Cevat Paşa’nın sözleri tarihe geçti:

“Gidiyorlar, geçemediler, geçemeyecekler

Tarihimiz boyunca ve bugün terörle mücadele ederken vatanımız için canlarını veren tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun, Allah rahmet eylesin…

Haftaya görüşmek üzere…

http://www.medyabar.com/koseyazilari/1454/18-mart-canakkale.aspx

http://www.akyazihaber.com/yazidetay.php?id=38

http://www.sakaryadan.com/author_article_detail.php?article_id=475

http://www.kuzeyinsesigazetesi.com/yazar.asp?yaziID=227

Süfyân-ı Sevri (Rahmetullahi Aleyh)

Ekleyen zmtadmin On Mart - 21 - 2010 Yorum Ekle

gunun_sozu

Haram para ile sadaka veren, câmi yaptıran, hayrat yapan kimse, kirlenmiş elbiseyi idrar ile yıkayan adama benzer ki, daha çok pislenir. (Süfyân-ı Sevri Rahmetullahi Aleyh)

gunun_YAZISI1

Osman ÜNLÜ

Büyüklerin işledikleri günâhların tövbe ederek temizlenmesi gerektiği gibi, küçüklerin de, inkâr ve günah pisliğine bulaştırılarak kirletilmemesi lâzımdır…

Dünyada rahata, huzûra kavuşmak, âhirette de, sonsuz azâbdan kurtulup, ebedî ni’metlere kavuşmak, ancak takvâ ile yani harâmlardan, günâhlardan temizlenmekle nasîb olur. Bu dünyâda, bedensiz rûh olmadığı gibi, beden ibâdet yapmadan ve günâhlardan kaçınmadan da, kalb, temiz olmaz. Günâhlardan temizlenmedikçe, ibâdetlerin faydası olmaz ve hiçbirine sevâb verilmez. Kötülüklerin en kötüsü, küfür yani inkârdır. Îmânı olmayanın hiçbir iyiliğine sevâb verilmez. Bütün iyiliklerin temeli, takvâ yani haramlardan, günahlardan kurtulmak, temizlenmektir.

Beş vakit namâz kılan, her gün beş kerre yıkanıp temizlenen kimse gibi, günâhlardan temizlenir. Her gün beş vakit namâzı doğru olarak kılana yüz şehît sevâbı verilir. Ankebût sûresinin 45. âyet-i kerimesinde meâlen;

(Kusûrsuz kılınan bir namâz, insanı pis, çirkin işleri işlemekten korur) buyuruldu.

Her günâhı yaptıktan sonra tövbe etmek farzdır. Her günâhın tövbesi kabûl olur. Peygamber efendimiz;

(Günâhlardan tövbe eden, günâhsız kimse gibidir) buyurmuştur.

TÖVBENİN KABUL OLMASI İÇİN…

İmâm-ı Gazâlî hazretleri;

“Şartlarına uygun yapılan tövbe, muhakkak kabûl olur. Tövbenin kabûl edileceğinden değil, tövbenin şartlarına uygun olmasında şüphe etmelidir” buyuruyor.

Tövbe edilmeyen herhangi bir günâhtan Allahü teâlâ intikâm alabilir. Çünkü Allahü teâlânın gadabı, günâhlar içinde saklıdır. Yüz bin sene ibâdet eden makbûl bir kulunu, bir günâh için, sonsuz olarak ret edebilir ve hiçbir şeyden çekinmez. Nûr sûresinin 31. âyet-i kerîmesinde meâlen;

(Ey mü’minler! Hepiniz, Allahü teâlâya tövbe ediniz! Tövbe etmekle kurtulabilirsiniz) buyurulmuştur.

İmâm-ı Rabbânî hazretleri;

“Kıymetli ömrümüz, günâh işlemekle, kusûr, kabâhat yapmakla, yanılmakla, faydasız, luzûmsuz konuşmakla geçip gidiyor. Bunun için; tövbeden, Allahü teâlâya boyun bükmekten söyleşmemiz, vera ve takvâdan konuşmamız hoş olur” buyurmaktadır.

Büyüklerin işledikleri günâhların tövbe ederek temizlenmesi gerektiği gibi, küçüklerin de, inkâr ve günah pisliğine bulaştırılarak kirletilmemesi lâzımdır. Nitekim Peygamber efendimiz;

(Bütün çocuklar Müslümânlığa uygun ve elverişli olarak dünyâya gelir. Bunları, sonra anaları, babaları Hristiyan, Yahûdî ve dinsiz yapar) buyurmuşlardır.

Evlât, büyük ni’mettir ve ni’metin kıymeti bilinmezse, elden gider. Bu sebeple, her Müslümânın birinci vazîfesi, evlâdına İslâmiyyeti ve Kur’ân-ı kerîmi öğretmek olmalıdır. Çocuğun ilk mürşidi, rehberi anasıdır. Anasından din ve ahlâk ilimlerini öğrenen çocuk, dinsiz, kötü arkadaşlara ve din düşmanı yayınlara aldanmaz, ana, babası gibi, iyi bir Müslümân olur. Evlât, ana baba elinde bir emânettir. Çocukların temiz kalbleri kıymetli bir cevher gibidir. Mum gibi, her şekli alabilir. Küçükken, hiçbir şekle girmemiştir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun meyvesi hâsıl olur. Çocuklara îmân, Kur’ân ve Allahü teâlânın emirleri öğretilir, yapmaya alıştırılırsa, din ve dünyâ saâdetine ererler. Bu saâdette anaları, babaları da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmaz ise, bedbaht olurlar. Yapacakları her kötülüğün günâhı, ana babaya da verilir. Tahrîm sûresinin 6. âyet-i kerîmesinde meâlen;

(Kendinizi, evlerinizde ve emirlerinizde olanları ateşten koruyunuz!) buyurulmaktadır.

BÜTÜN FENALIKLARIN BAŞI!..

Bir babanın, evlâdını Cehennem ateşinden koruması, dünyâ ateşinden korumasından dahâ mühimdir. Cehennem ateşinden korumak da, îmânı, farzları, harâmları öğretmekle, ibâdete alıştırmakla ve dinsiz, ahlâksız arkadaşlardan korumakla olur. Bütün fenâlıkların başı, kötü arkadaştır.

Netice olarak büyükler, dünyâda iken, işledikleri günâhlardan tövbe ederek, kul hakları varsa bunlarla helâllaşarak temizlenmeli ve küçükler de, temiz kalblerini yanlış bilgiler, inanışlar ve günâhlarla doldurarak kirletilmemelidir. Çocukların temiz rûhları Müslümânlığa elverişlidir. Eğer Müslümânlığı öğrenmezlerse, din düşmanlarının yalanlarına aldanarak kirlenirler…

http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?ID=436797

s119790583808_5224Ramazan AYVALLI

Bilindiği üzere, Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed aleyhisselâma Peygamberliği bildirilip insanları şirkten, putlara tapmaktan vazgeçmeye ve Allahü teâlâya îmân etmeye da’vete başladığı günden i’tibâren Mekkeli müşrikler O’na karşı çıktılar. Müşrikler, sevgili Peygamberimize de, diğer Müslümânlara da senelerce çok şiddetli düşmânlık gösterdiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ tarafından, “Bi’set-i Nebeviye”nin 13. senesinde Müslümânların hicret etmelerine izin verildi. Sayıca az olan ilk Müslümânlar, müşriklerin hücûmları karşısında, îmânlarını korumak ve yaymak maksadıyla, Mekke-i mükerreme’de mallarını-mülklerini bırakarak, Medîne-i münevvere’ye hicret etmişlerdir. [Sahâbe-i kirâmdan bir kısmı, bundan önce de Habeşistân’a hicret etmişlerdi.]

Müslümânların Mekke’den Medîne’ye hicret etmesinden sonra da düşmânlıklarını devâm ettiren müşrikler, birkaç defa ordu hazırlayıp Medîne’de bulunan Müslümânların üzerine de yürüdüler. Bedir, Uhud, Hendek…gibi kanlı savaşlar yapıldı. Bu savaşlarda Müslümânlar karşısında tutunamayıp hep perîşân oldular. [Daha önceki bir makâlemizde de belirttiğimiz gibi, nihâyet, hicretten 8 sene sonra bu defa müslümânlar, Mekke-i mükerreme’ye sefere çıkmış ve orayı Allahü teâlâ’nın yardımıyla fethetmişlerdir.]

Fetih için Mekke yakınına gelen Peygamberimizin ordusunu, Kureyş’in liderlerinden olan ve o zaman henüz îmân etmemiş bulunan Ebû Süfyân, kolaçan etmek isterken yakalanmış, O’nun huzûruna çıkarılmış, O’nun emriyle bir gece Hazret-i Abbâs’ın çadırında müsâfir edilmiş ve sabâhleyin Resûlullah’ın huzûrunda îmânla şereflenmiş, sonra da müşriklerin yanına dönüp onlara bazı sözler söylemiştir.

Onun sözlerini heyecânla dinleyen Kureyş müşrikleri, büyük bir şaşkınlık içine düşüp, bir kısmı Harem-i şerîfe, bir kısmı Ebû Süfyân’ın evine girmişlerdir. Bir kısmı da kendi evlerine kapanıp dışarı çıkmamışlardır. Az da olsa, silâhını alıp sokaklarda dolaşanlar da görülmüştür.

Peygamberimiz, Mekke’ye girerken kumandânlara, şehre hangi semtlerden gireceklerini gösterip, orduyu dört kola ayırdı ve “Size karşı konulmadıkça ve saldırılmadıkça, hiç kimseyle çarpışmaya girmeyiniz! Hiç kimseyi öldürmeyiniz” buyurdu. Yalnız, sayıları az da olsa, Mekkelilerden bâzı kimselerin bunun dışında olduğunu bildirdi.

İslâm ordusu, kollar hâlinde Mekke’ye girdi. Sâdece Hâlid bin Velîd’in (radıyallahü anh) komuta ettiği birliğe karşı bir grup müşrik karşı koymak istedi. Hâlid bin Velîd, hücûm edenlerin on üçünü öldürdü, diğerlerini de dağıttı.

Peygamberimiz, Kusvâ adlı devesi üzerinde, Fetih sûresini okuyarak Mekke’ye girdi. Sağında Ebû Bekr, solunda Üseyd ibn-i Hudayr, etrâfında Muhâcirîn ve Ensâr’dan bir kısım Eshâb vardı. Ka’be’yi görünce tekbîr getirdiler…

Peygamberimiz, yine Kusvâ adlı devesinin üzerinde Harem-i şerîfe girdi. Ka’be’yi deve üstünde yedi def’a tavâf etti. Tavâf sırasında Ka’be’deki putlar, elindeki değnekle dokundukça veya işâret ettikçe devriliyor ve “De ki: Hak geldi, bâtıl zâil oldu, çünkü bâtıl yok olmaya mahkûmdur” meâlindeki İsrâ sûresinin 8. âyetini okuyordu.

Böylece Ka’be-i muazzama putlardan temizlendi ve Hazret-i Bilâl, Ka’be’nin damına çıkarak Mekke’de fetihten sonraki ilk ezânı okudu.

Demek ki netîce olarak söyleyecek olursak Peygamber Efendimiz ve hâzırladığı İslâm ordusu, hicretin 8. yılında, 1 Ocak 630 târihinde, Medîne-i münevvere’den 10.000 kişilik bir ordu ile gelerek, harp etmeden ve kan dökmeden Mekke-i mükerreme’yi teslîm aldı. Düşmânlarına da, “Sizin hiçbirinizi, sorguya çekecek değilim. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” buyurdu.

Peygamberimiz Mekke-i mükerremeyi fethedince, Ka’be-i muazzama’nın anahtarını isteyip kapısını açtırdı. Hazret-i Ömer ile Osmân bin Talha’ya Ka’be’nin içine girip oradaki putları da devirmelerini ve orayı da putlardan temizlemelerini emretti. Onlar da girip buradaki putları kırıp parçaladılar. Böylece Ka’be’nin dışı gibi içi de putlardan temizlendi. Sonra Peygamberimiz, Hazret-i Ömer, Bilâl-i Habeşî, Üsâmetü’bnü Zeyd ve Osmân bin Talha (radıyallahü anhüm) ile birlikte Ka’be-i şerîfe’nin içine girdi. İki rek’at namaz kıldı ve Beyt-i şerîfin içini dolaşıp her tarafında tekbîr getirdi ve bir müddet Ka’be’nin içinde kaldı…

Mekke’nin fethinde müşriklere gösterilen yüksek müsâmaha -2-

Dünkü makâlemizde bahsettiğimiz gibi, Mekke’nin fethi esnâsında Kureyş müşrikleri de, Mescid-i Harâm’da toplanıp, Ka’be’nin etrâfını sararak haklarında verilecek karârı heyecânla beklemeye başlamışlardı.

Peygamberimiz, Ka’be’nin kapısının eşiğinde durup sabırsızlıkla bekleyenlere karşı şöyle buyurdu: “Allah’tan başka ilâh yoktur. Yalnız Allah vardır. O’nun eşi ve ortağı yoktur. O va’dini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Bütün düşmânlarımızı dağıttı. İyi biliniz ki câhiliyye devrine âit olan eski görenekler, kan ve mâl da’vâları artık şu iki ayağımın altındadır, ortadan kaldırılmıştır. Yalnız Ka’be hizmetiyle hacılara su dağıtma işi bırakıldı.

Ey Kureyş cemâati! Allah, sizden eskiden kalma gurûru, babalarla, soylarla övünmeyi giderdi. Bütün insanlar Âdem’den, Âdem de topraktan yaratılmıştır.”

Peygamberimiz devam ederek, “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık ve sizi milletlere, kabîlelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız (öğünesiniz diye değil). Allah katında en iyiniz, takvâsı en çok olanınızdır. Şüphesiz ki, Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdârdır” meâlindeki Hucurât sûresinin 13. âyet-i kerîmesini okudu.

Sonra da; “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi size nasıl muâmele edeceğimi zannedersiniz?” diye sordu. Kureyşliler: “Biz senden hayır umarız. Çünkü Sen kerem, iyilik sâhibi bir kardeşsin! Kerem, iyilik sâhibi bir kardeşin de oğlusun! Ancak bize hayır, iyilik yapacağına inanırız” dediler.

Peygamberimiz: “Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi ben de size, ‘Bugün artık size geçmişten sorumluluk yoktur’ derim. Haydi gidiniz, serbestsiniz” buyurdu. O gün öğle namazı vaktinde Bilâl-i Habeşî Sevgili Peygamberimizin emriyle ezân okudu.

Mekke’nin fethinin ikinci günü Peygamberimiz bir hutbe daha okudu. Bu hutbelerinde, Müslümânların kardeş olduklarını, karşılıklı haklarını ve daha birçok husûsu bildirdi. Peygamberimiz umumî af i’lân ettikten sonra, Kureyşliler Müslümân oldular. Seneler önce kendilerini îmâna dâvet ettiğinde inanmayanlar, o gün Safâ Tepesinde Peygamberimize bîat ettiler. Erkekler, Allahü teâlâdan başka ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın Allahü teâlânın kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ederek İslâmiyet ve cihâd üzerine; kadınlar da, îmândan sonra Allahü teâlâya şirk koşmamak, hırsızlık ve zinâ yapmamak, çocuklarını öldürmemek ve âsî olmamak üzere biat ettiler.

Mekkeli müşrikler içinden bâzı azılı kimseler umûmî aftan hâriç tutulmuştu. Bunlardan Mekke’nin fethi sırasında kaçanlardan bâzıları yakalandıkları yerlerde öldürüldü. Fakat pek çoğu yine affedildi. Bunlar arasında affa uğrayıp Müslümân olanlardan Ebû Cehil’in oğlu İkrime, Abdullah bin Sa’d, Vahşî ve Ebû Süfyân’ın hanımı Hind, Safvân, Ka’b ibn-i Züheyr ve Habbân (radıyallahü anhüm) gibi kimseler vardı.

Mekke’nin fethi sâdece İslâm târihinde değil, bütün cihân târihinde eşi ve benzeri bulunmayan bir hâdisedir. Bu fetih, îmânları-İslâmlıkları sebebiyle yurtlarından ayrılan Sevgili Peygamberimiz ve Eshâb-ı kirâma, Allahü teâlânın en büyük lütuflarından biridir. Bu fetihle Arabistan Yarımadasında şirkin (Allah’a ortak koşmanın) cemiyet ve güç hâlindeki varlığı sona ermiş, Ka’be ve civârı putlardan temizlenmiş, tevhîd inancının kesin hâkimiyeti i’lân edilmiştir. Mekke’nin fethi ile Arabistan Yarımadasında ilk İslâm Devleti de kuruluşunu tamamlamış, bundan sonra İslâmiyet üç kıtaya hızla yayılmaya başlamıştır. Mekke’nin fethi, İslâmiyette öylesine derin ma’nâ ve hikmetlerle doludur ki, daha sonraki asırlarda yaşamış olan İslâm ulemâ, evliyâ ve kumandanları da çeşitli vesîlelerle bu fethi kendilerine örnek alıp, hâl ve işlerinde de ölçü kabûl etmişlerdir.

Ama 15 Temmuz 1099 târihinde, Haçlılar Kudüs’ü işgâl edince Müslümân ve Mûsevîlere çok büyük katliâmlar yaptılar; sâdece Müslümânlardan 70.000 kişiyi kılıçtan geçirdiler. Gaudefroi de Buyyon’un, Papa II. Urban’a yazdığı bir mektupta ve Rene G. Rousset adındaki târihçi tarafından bu vahşet uzun uzun anlatılmıştır. Biz burada sâdece Şövalye Gesta’nın bir ifâdesini nakledelim: “Böyle bir katliâmı, o güne kadar hiç kimse ne duymuş, ne de görmüştü. Ölüler piramitler şeklinde yığılıp yakıldı. Bunların sayılarının ne olduğunu ancak Allah bilir. Müslümân ve Musevî hiç kimse bu katliâmdan sağ kurtulamadı…”


Copygiht © 2009 www.mehmetastan.com Mehmet TAŞTAN Kişisel Web Sayfası - Web Tasarım