19 Nisan 2024, Cuma 08:56:30 İletişim Formu

Ağaç kabuğundaki isim

Ekleyen zmtadmin On Mart - 21 - 2010 Yorum Ekle

 muammererkulAğaç kabuğundaki isim

 Muammer ERKUL

:) Günaydııın… …nıııdyanüG (:

Bir pazar sabahı, gülümseyen bir yazı ile başlayın istedim güne… Aslında bunu, yani yukarıdaki “günaydın’ı ve yansımasını, aksisedasını” birkaç gün önce twitter’a koymuştum ki onlar zaten bizim sitede yayınlanıyor… Yani bizim sitenin “Şu Anda“ kısmı, aslında twitter…

Sonraki mesaj ise sanki onun devamı gibiydi. Şöyle yazmıştım:

İnsanlara gülümsemek; aynaya gülümsemeye benziyor!

Deneyin, karşınızdakinin de gülümsediğini göreceksiniz…

Olmadı, ayna bozuktur! ;)

*

Benzer mesajlarla devam edeyim, ne dersiniz?

Kiminin GECESİ AYDINLIK şu anda… Kiminin ise GÜNDÜZÜ KARANLIK idi! Her şey bize bağlı aslında. (Veya, hadi “her şey” demeyelim de, “çok şey” diyelim!..)

*

Bu akşamki hilali gördünüz mü?.. Diye sormuştum birkaç gün önce de… Devamında da şöyle yazıyordu:

Hadi, bir değişiklik yapın. Birini arayın ve göğe onunla aynı anda bakın!.. :)

İnsanlar, birini düşünmek, birini aramak, o biri ile aynı anda gökyüzüne bakmak için bu kadar zorlanır mı?..

Neyse, en azından birbirimize bunu öğretmek için henüz zamanımız var. Yani çok geç kalmış değiliz…

*

Bilmediğini, bir bilene soracaksın; ama bilenin bunu da bildiğini nereden bileceksin! Bunu bilmek de ayrı meziyet!..

Peki, bir başka soru: Aşkı kim bilir? Âşık aşkı bilir mi?.. Veya ne kadar bilir, ne kadar anlar, ne kadarını anlatabilir? Cevabı?.. Yok!

Ormanın en derinindeki bir kuytu köşede yapayalnız duran ağacın kabuğuna bakarsınız ki, bir isim. O ismin bu ismi yazanı nasıl yaktığını mı düşünürsünüz; yoksa bu sessizlik içindeki büyük çığlığı haykıran susuşa mı içiniz yanar?

Zor soruydu bu, biliyorum. Soruyu anlamak, ağaçtaki yazıyı anlamaya yakın zorluktaydı zaten!

Özeti ise şu işin:

Âşık, aşkını “yazmak” ister; sevgilinin bunu görmesi onun umurunda bile değil!..

 http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?id=436818

İmâm-ı Mâverdî Rahmetullahi Aleyh

Ekleyen zmtadmin On Mart - 1 - 2010 Yorum Ekle

gunun_sozu

Âlimle sohbet eden aziz; cahille düşüp kalkan zelil olur. (İmâm-ı Mâverdî Rahmetullahi Aleyh)

Benim Ülkem ve Ben

Ekleyen zmtadmin On Mart - 1 - 2010 Yorum Ekle

resim5Benim Ülkem ve Ben…

Mehmet TAŞTAN

Ülkem de sıkıntı var…

Kavgaya bakıyorum…

Aktörlere bakıyorum…

Uygulayıcılara bakıyorum…

Bu kavga neyin kavgası…

Anlayamıyorum, bir anlam veremiyorum…

Maksat vatanımızın bütünlüğü,

Devletimizin bekasımı?

Maksat insanlarımızın huzur içinde olması,

Refah içinde yaşaması mı?

Maksadınız bu ise eğer…

Derdiniz ne o zaman?

Niçin kavga ediyorsunuz

Burası benim ülkem…

İnsanlar benim insanım…

Devletin başı da benim…

Yasamanın, yargının, yürütmenin,

Ordunun başı da ben…

Muhalefet de ben, iktidarda ben…

Ben kimim?

Ben milletim…

Ben bu milletin bir ferdiyim…

Sizin kavga etmenizden bıktım, usandım artık…

Ömrüm yukarılarda sizlerin tepişmesinden,

Kaybolan canlara, gencecik fidanlara,

Ülkemin geriye gitmesine üzülmekle geçti.

Bizleri yeterince üzdünüz…

Çoluk çocuğumuzu üzmeyin artık…

Verin el ele…

Bu vatanı, bu milleti seviyorsanız verin el ele…

Bize huzur verin…

Sevgi, güven verin…

Benim ülkem için…

Sizin ülkeniz için…

Bizim insanımız için…

Ne demiştik bu (27 Mart 2008 Sakarya Halk) sütunlarda?

‘’Halkın yönetimini, halka bırakın.

Halkın kararına saygı duyun.

Biraz olsun halk gibi düşünün ve halktan biri olarak yaşayın.

Ve bu karamsarlıktan artık kurtarın beni.

Kimseniz, kimsiniz bilmiyorum.

Fakat bana yaşattınız çocuklarımıza yaşatmayın.

Otuz sekiz yıl boyunca benim karamsarlık ve belirsizlik içerisinde

Yaşamamı sağlayanlara bir davada ben açmak istiyorum

Bana bir adres gösterir misiniz?’’

 

 

Aradan iki yıl geçti…

Hala bekliyorum…

 Haftaya görüşmek üzere…

 

http://www.medyabar.com/koseyazilari/1378/benim-ulkem-ve-ben8230.aspx

Sevgili Peygamberimiz hakkında birkaç kelime

Ekleyen zmtadmin On Mart - 1 - 2010 Yorum Ekle

s119790583808_5224Sevgili Peygamberimiz hakkında birkaç kelime…

 Ramazan AYVALLI

Bugünkü makâlemizin hemen başında birazcık, kelâmların en güzeli olan, yüce Allah’ın kelâmı Kur’ân-ı kerîmde medhedilen, bütün insanlara ve cinnîlere Peygamber olarak seçilip gönderilen, Allahü teâlânın Habîbi, yaratılmış bütün insanların ve diğer mahlûkâtın her bakımdan en üstünü, en güzeli, en şereflisi, son ve en üstün Peygamber Muhammed aleyhisselâmdan âyet-i kerîmelerde nasıl bahsedildiğini ele alalım:

“Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik” [Enbiyâ, 107],

“Ey Peygamber! Biz seni hakîkaten bir şâhit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle O’na çağıran ve nûrlandıran bir ışık olarak gönderdik” [Ahzâb, 45],

“Senin için bitmeyen-tükenmeyen [sonsuz] mükâfât vardır. Elbette sen büyük bir [en büyük] ahlâk üzeresin” [Kalem, 3-4],

“Rabbin sana [çok ni’met] verecek, sen de râzı olacaksın” [Duhâ, 5],

“Allah ve melekleri, Resûle salât ediyorlar [Allah’ın salâtı ona rahmet etmesi, meleklerin salâtı ise ona istiğfâr okumaları ma’nâsındadır]; ey îmân edenler, siz de O’na salât u selâm getirin [mü’minlerin salâtı ise, ona duâ etmeleri anlamındadır]“ [Ahzâb, 56] gibi âyet-i kerîmelere muhâtap olan Sevgili Peygamberimizin Mevlidi [doğum zamanı], Rebîul-evvel ayının 11. ve 12. günleri arasındaki [bu sene 25 Şubat Perşembe’yi 26 Şubat Cumaya bağlayan] gece idi.

Resûlullah Efendimiz buyurmuştur ki:

“Bir şeyi çok seven, elbette onu çok anar.” [Deylemî] [Resûlullahı seven de, onu çok anar.]

“Peygamberleri anmak, hâtırlamak ibâdettir.” [Deylemî]

“Allahü teâlâ, bir kimseye söz ve yazı san’atı ihsân ederse, Resûlullahı övsün, düşmânlarını kötülesin” hadîs-i şerîfine uyularak, asırlardır mevlid kitapları yazılmış ve okunmuştur.

Şüphe yoktur ki, Allahü tealâyı sevenin, O’nun Resûlü’nü de sevmesi vâciptir, farzdır. Ayrıca onun yolunda olan sâlih kulları da sevmesi lâzımdır. Resûlullah’ı çok sevmek lâzım olduğu konusunda, pekçok İslâm âlimi birçok kitap yazmıştır. Çünkü, başta “Sahîh-i Buhârî” olmak üzere, birçok hadîs kitâbında yer alan bir hadîs-i şerîfte, “Bir kimse, beni çocuğundan, babasından ve herkesten daha çok sevmedikçe, îmân etmiş olmaz” buyuruldu. Ya’nî o kişinin îmânı kâmil, olgun olmaz.

Yüce Rabbimiz: “Peygamber, mü’minlere canlarından evlâdır, ileridir, daha yakındır; [O, mü’minler nazarında kendi nefislerinden, canlarından daha önce gelir; Mü’minlerin, Peygamber’i kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir.] O’nun hanımları da onların anneleridir…..” [Ahzâb, 6] buyuruyor.

Yine Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“(Ey inananlar!) Andolsun ki, size içinizden [kendinizden] öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız, ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün [üstünüze çokça titreyen], mü’minlere karşı çok şefkatli ve gâyet merhametlidir.

(Ey Habîbim Muhammed!) Eğer yüz çevirirlerse [aldırmazlarsa], onlara de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka ilâh yoktur. Ben, sâdece O’na güvenip dayanırım. O, yüce Arş’ın sâhibidir, [O, büyük Arş’ın Rabbi’dir.]“ (Tevbe, 128-129)

 

HER BAKIMDAN EN ÜSTÜN!..

Âlemlere rahmet olarak gönderilen, kâinâtın baş tâcı, ebedî rehberimiz, varlığımızı ve kurtuluşumuzu kendisine borçlu olduğumuz Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (aleyhis-selâm) hakkında yazı yazmak, söz söylemek, konferans vermek, va’z etmek aslında çok zor bir iş. Çünkü bir şâir diyor ki:

“Her vasfı ki, imtiyâzı hâiz/Târih onu vasfederken âciz.”

Sevgili Peygamberimizin şâirlerinden Hassân b. Sâbit(radıyallahü anh)’in şu sözü ne kadar mânidârdır:

“Ben, Muhammed Mustafâ(sallallahü aleyhi ve sellem)’dan bahs ederken, O’nu medhediyor değilim; bilakis O’ndan bahsetmek sûretiyle, kendi sözlerimi kıymetlendirmiş oluyorum.”

Gönüller Sultânı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin (kuddise sirruh) kelâmı da çok manâlıdır:

“Ben, âlemler genişliğinde bir ağız isterim, tâ ki, meleklerin bile gıpta ettiği O zâttan söz edebileyim.”

Burada, Arapça bir şiiri de zikretmeden geçemeyeceğiz. Manâsı şöyledir: “O, beşerden bir beşerdir; fakat taşlar arasındaki yâkût taşı gibidir.”

Bu şiirin diğer bir varyantı ise şu şekildedir: “Muhammed (aleyhisselâm) bir beşerdir, fakat alelâde bir beşer değildir. Aslında o bir yâkût, diğer insanlar ise taş gibidir.”

 http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?id=434667

Kul, neyi taleb ederse

Ekleyen zmtadmin On Mart - 1 - 2010 Yorum Ekle

 

gunun_YAZISI1

Kul, neyi taleb ederse…

 Osman ÜNLÜ

Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek te’sîr, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere, tabîat kuvvetleri, fizik, kimyâ ve biyoloji kanûnları denmektedir. Bir iş yapmamız, bir şeyi elde etmemiz için, bu işin sebeplerine yapışmamız lâzımdır. Meselâ, buğday hâsıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lâzımdır. Ateş yakar. Fakat, ateşe yakmak kuvvetini veren, Allahü teâlâdır. Aç olan, bir şey yer. Bu şeye doyurma kuvvetini veren Odur. Lâzım olduğu zamân, böyle sebepleri kullanmadığı için zarar gören kimse, Allaha âsî olur.

 

 

HER ŞEYİ SEBEPLE YARATIR…

İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın bu âdeti içinde meydâna gelmektedir. Allahü teâlâ, çok şeyi sebeplerle yaratmaktadır. Sebeplere yapışmak, sebeplerden beklemek, istemek, Onun âdetine uymak, Ondan beklemek ve istemek olur. Bulut vâsıtası ile Allahü teâlâdan yağmur beklemek, ilâç içerek Allahü teâlâdan şifâ beklemek, top, bomba, füze kullanarak Allahü teâlâdan zafer beklemek gibidir. Bunlar sebeptir. Allahü teâlâ, her şeyi sebeple yaratmaktadır. Bu sebeplere yapışmak, şirk değildir. Bütün Peygamberler hep sebeplere yapışmışlardır. Allahü teâlânın yarattığı suyu içmek için çeşmeye, Onun yarattığı ekmeği yemek için fırıncıya gidildiği ve Allahü teâlânın zafer vermesi için, harp vâsıtaları yapıldığı gibi, Allahü teâlânın duâyı kabûl etmesi için de, Peygamberin, evliyânın rûhlarına gönül bağlanır. Allahü teâlânın elektromagnetik dalgalarla yarattığı sesi almak için radyo kullanmak, Allahü teâlâyı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir. Çünkü radyo kutusundaki âletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, her şeyde, kendi kudretini gizlemiştir. Müslümân, sebepleri kullanırken, sebeplere te’sîr gücü veren Allahü teâlâyı düşünür.

Bu dünyânın ve dünyâ işlerinin düzgün olması için, Allahü teâlâ, her şeyin yaratılmasını sebeplere bağlamıştır. Bir şeyin yaratılmasını isteyen kimse, o şeyin sebebini kullanır. Sebeplerin çoğu, düşünmekle, tecrübe ile, hesâpla bulunacak şeylerdir. Bir şeyin sebebi yapılınca, Allahü teâlâ, o şeyi, dilerse yaratır. Mu’cize ve kerâmet böyle değildir. Allahü teâlâ bunları sebepsiz olarak, hârika olarak yaratır. Sebebe yapışmak, Allahü teâlânın âdetine uymaktır. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:

(Allahtan korkun da, istediğiniz şeylere kavuşmak için, iyi sebeplere yapışın. Kötü sebeplere yanaşmayın! Kudretinde ve irâdesinde bulunduğum Allahü teâlâya yemîn ederim ki, hiçbir kimse, ezelde ayrılmış olan rızkını temâm almadıkça, dünyâdan âhirete gitmez.)

Netice olarak Allahü teâlâ, ezelde, kulları neyi ister, neyi taleb ederlerse, istedikleri şeye kavuşmaları için, onlara uygun şartlar hazırlamış, sebepler yaratmış ve takdir etmiştir. Bir kul, neyi taleb ederse, o talep ettiği şeye kavuşması için önüne uygun şartlar, sebepler koymuş ve bu sebeplere, şartlara yapışınca da, o isteğini, talebini yaratmıştır…

 

 

DÜNYA VE ÂHİRET SAADETİ İÇİN…

Bir zamanlar insanlar, Allahü teâlâdan Cenneti, cenâb-ı Hakkın rızâsını talep edince, onlara, kendi rızâsına, Cennete kavuşturacak, rehberler, âlimler ve evliyâ göndermiştir. Âlim ve evliyânın varlığı, insanların kurtulması için en iyi bir sebeptir. İnsanlar, Cenneti, cenâb-ı Hakkın rızâsını isteyince, Allahü teâlâ da onlara Cennete ve rızâsına kavuşturacak yolları açmıştır. Allahü teâlâ, âlim, evliyâ gönderir, insanlar da bunlara tâbi olursa, millet rahat eder. Bazı zamanlar da insanlar, Allâhü teâlâdan dünyalık talep etmişler ve böylece de onlar, ehli dünyâ olmuşlardır. Cenâb-ı Hak, kim neyi taleb ederse, onu vermekte, yaratmaktadır. Dünyâlık isteyene, dünyâlık yolları, âhireti isteyene de, âhiret yollarını yaratmakta, kolaylaştırmaktadır. Rabbimizin rızâsını kazanmayı, Onun dinine ve kullarına hizmet, iyilik etmeyi istediğimiz ve bu uğurda çalıştığımız müddetçe, hem dünyâda rahat eder, huzûrlu olur ve hem de âhirette ebedi saâdete kavuşuruz…

 http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?id=434857

Yakıt deposundaki pislik

Ekleyen zmtadmin On Mart - 1 - 2010 Yorum Ekle

muammererkulYakıt deposundaki pislik!..

 Muammer ERKUL

(Bu yazı gençlere, ana-babalar okumasın!..)

 

Arabanın kumanda panelinde bir ışık yandı. Kitaba baktık; “mümkünse frene basmadan en yakın servise gitmemizi” söylüyordu! Dediğini yaptık ve arabayı gece orada bıraktık… Biraz zaman geçti; bir yolculuk arifesinde gene ışık yandı, işler aksadı, araba yine servise gitti…

İnsan bunca para ödeyip, işinden olduktan sonra; henüz problemin bile neden kaynaklandığını öğrenemeyince canı sıkılıyor… Araba ise yine her sabah çalışmakta isteksiz; vites değiştirirken sıkıntılı, yolda giderken de bazen silkinip tedirgin ediyor…

*

Benzer sıkıntılar yaşamış olanlar ise; “yanlış istasyonlardan benzin almışsın” diyorlar!..

Bu ise daha fazla can sıkıcı: Çünkü her istasyon birbirine benziyor… Birini seçiyor, yaklaşıyor, kapağı açıyor ve yakıt pompasının ucunu benzin deponun ağzına takıyorsun… Nereden bilebilirsin ki yakıtın içinde; arabanın motoruna zarar verebilecek, çekişi düşürecek yabancı maddeler olabileceğini?..

Ne olacak peki? Dedim?..

Yanmayı arttırtıcı malzemeler var, dediler. Birkaç defa deneyeceksin. Yakıt depondaki pisliği yakabilirse ne âlâ. Yoksa… Yoksa deponun sökülmesi, ancak temizlendikten sonra yerine takılması gerekebilir!

Ben şimdi kendi paramı vererek; ömrümü tüketecek dertler mi almışım, bilmediğim bazı yakıt istasyonlarından?.. Evet, sanırım aynen öyle olmuş!

*

Bunu neden anlattım, biliyor musunuz arkadaşlar?

Hemen hemen hepimizin kulağında kulaklıklar; tekrar ve tekrar ve tekrar aynı sözleri dinleyerek, anlamaya çalışarak, onları mırıldanarak, sürekli “depolarımızı” dolduruyoruz! Peki, acaba ne ile?..

İnanın, yakıtı alırken farkında olmuyor insan, düşünemiyor bile içinde acaba zararlı, yabancı, tehlikeli bir şeyler var mı, diye…

Düşünemiyor ama, inanın; içimize gireni dışarı çıkarmak çok zor hatta çoğu zaman mümkün bile olmuyor!

 http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?id=434768

Günün Sözü

Ekleyen zmtadmin On Şubat - 21 - 2010 Yorum Ekle

gunun_sozuİnsanlara dünyada ve ahirette faydalı olan şeyleri yapmak ve zararlı olan şeyleri yapmamak lâzım olduğunu ve kimseye eziyet etmemeyi, kalb kırmamayı, bilmediklerini öğrenmeyi, kusurlarını örtmeyi, farzları emretmeyi, haramlardan sakındırmayı, bunların hepsini tatlılıkla, acıyarak bildirmeyi, küçüklere merhamet, büyüklere hürmet edilmesini, kendilerine yapılmasını istediklerini başkalarına da yapmalarını, kendilerine yapılmasını istemediklerini başkalarına da yapmamalarını, onlara bedenleri ile, malları ile yardım edilmesini bildirmek de, bütün insanlar için nasihat etmek olur. (İslâm Ahlâkı: 75)

Gel artık ey irtica

Ekleyen zmtadmin On Şubat - 21 - 2010 Yorum Ekle

 

gunun_YAZISI1

Gel artık ey irtica!

Yavuz Bülent BAKİLER 

Cumhuriyetimiz 87 yaşında. Adın, cumhuriyetimizle birlikte dillerde. Gerçi Tanzimat devrinde de, Meşrutiyet devrinde de milletimizin korkulu rüyası olmuşsun ama en çok Cumhuriyet idaremizle birlikte palazlanıp büyümeye başlamışsın.

Anlıyorum ki dedemi seninle korkutmuşlar. Babam yanında yöresinde hep seni hissetmiş. 75 yıldan beri de hep benim arkamdasın. Yani 100 yıldan beri seninle yatıyor, seninle kalkıyoruz. Ama sen bir türlü gelmiyorsun. Gözlerimiz yollarda kaldı. Yollara korkuyla bakıyoruz. Yani yediden yetmişe biz senden korkuyoruz. Görüyorum ki, sen de bizden korktuğun için gelmiyorsun, gelemiyorsun. Neredeysen çık gel artık. Bizi bu kadar beklettiğin yeter artık. Dedemin ömrü, babamın ömrü, seni beklemekle geçti. Ben de kendimi bildim bileli seni duyuyor, seni bekliyor, seni arıyorum. Neredeysen çık gel artık. İstiyorum ki, benim çocuklarımın ve torunlarımın hayatında sen artık olmayasın. Yani onlar da, dedem gibi, babam gibi, benim gibi. “İrtica geldi! geliyor!” ikazlarıyla huzursuz olmasınlar. Ama sen hâlâ ortaya çıkmıyorsun. Sen ne korkak, sen ne rezil, sen ne soysuz-cibilliyetsiz bir heyulâsın ey irtica! Yıllardan beri bağırıp çağırmamıza rağmen bir türlü gelmiyorsun.

Cumhuriyetimiz 1923 yılında kuruldu. CHP cumhuriyetimizin tek partisiydi. Tek partili bir cumhuriyet olur mu? 1924 yılında, Millî Mücadelemizin önde gelen tertemiz isimlerinden Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar Eğilmez, Rauf Orbay… gibi vatansever paşalar, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. Böylece iktidar partisi CHP yanında bir de muhalefet partimiz oldu. Ama senin yüzünden o muhalefet partisini derhal kapattılar. Neden? Niçin? Oldu mu ya? diye soranlara; “İrtica geliyor. Milletimizi irticaya teslim edemeyiz!” dediler.

Aradan 6 yıl geçti. Devlet hayatımızda tek parti hayatı devam ediyordu. Ortalıkta irtica lâfı yoktu. Sen korkundan bir tarafa sinmiştin. Ama ortalıkta suistimal iddiaları vardı. Yolsuzluklar, başını almış gidiyordu. Atatürk yeni bir partinin kurulmasını istiyordu. Bu bakımdan en yakın arkadaşlarını bu yeni parti için vazifelendirdi.

Paris Büyükelçimiz Ali Fethi Okyar, yeni kurulacak partinin genel başkanı olacaktı. Ayrıca Atatürk çok yakın arkadaşlarını da, hatta kız kardeşi Makbule Atadan’ı yeni kurulacak partide Ali Fethi Beyin yanında yer almasını istedi. Parti 12 Ağustos 1930 tarihinde Serbest Cumhuriyet fırkası ismi altında kuruldu. Fakat o da ne? Halk Serbest Cumhuriyet fırkasına büyük ilgi gösterdi. Belediye seçimlerinde Serbest Fırka önemli miktarda oy aldı. Bazı gazeteler Mareşal Fevzi Çakmak’ın Cumhurbaşkanı olmasını yazdılar.

Ey rezil, ey namussuz, ey alçak irtica o zaman sen yeniden ortaya çıkmaya hazırlandın. Senin yüzünden Atatürk, bizzat kurdurduğu Serbest Fırkayı, “irtica hortluyor!” gerekçesiyle 17 Kasım 1930 tarihinde kapattı.

Gelsen, seni ben geberteceğim! Geberdiğini duysam 30 gün şükür orucu tutacağım.


Copygiht © 2009 www.mehmetastan.com Mehmet TAŞTAN Kişisel Web Sayfası - Web Tasarım