Ramazan AYVALLI
Mekke, Hicretten sadece sekiz sene sonra fethedilmiştir
Bilindiği gibi, aralık ayının ortalarında Hicret-i Nebeviyyenin, ocak ayının başında da Mekkenin Fethinin birer sene-i devriyelerini daha idrâk ettik.
İslâm târihinde, Peygamber Efendimiz Muhammed aleyhisselâmın ve Eshâb-ı kirâmın Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye göçü ve Hicrî târihin başlangıcı olan Hicret, hem İslâm târihinin, hem de cihân târihinin en mühim hâdiselerinin başlarında gelir.
Hemen hemen bütün Peygamberler, dînin emirlerini yerine getirmek ve yaymak için hicret etmişlerdir.
PEYGAMBERİMİZ VE SAHÂBENİN HİCRETİ
Kıyâmete kadar nesh edilmeden (değiştirilmeden) bâkî kalacak tek ve en son dîn olan İslâmiyette, hicret hâdisesi ile Devlet olmaya doğru ilk adımlar atılmıştır. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm ve Eshâbı [ilk Müslümânlar], doğdukları topraklar olan Mekke-i mükerremede kendilerine ve dînlerine tanınmayan hayât hakkını, hicret ettikleri Medîne-i münevverede bulmuşlar, burada çoğalıp, güçlenmiş ve kuvvetlenmişler, bilâhare Mekkeyi ve Arabistân Yarımadasındaki birçok beldeleri fethetmişler, böylece ilk İslâm Devletini kurmuşlardır.
Bundan sonradır ki, önünde durulmaz İslâm orduları, asırlar boyu dünyânın dört bir tarafına bir îmân seli gibi akmışlar, İslâmiyetin nûrunu yeryüzüne yaymışlardır. Böylece İslâm medeniyeti, bâtıl dînlerin, zulmün, hakâretin ve ilimde, teknikte geri kalmışlığın pençesinde inleyen insanlığı emniyete, adâlete, râhata, huzûra, dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşturmuştur.
Hicretten evvel Peygamberimiz İslâmiyeti, önce yakın akrabâsına anlatmıştı. Müslümân olanların sayısı çok azdı. Müslümân olanlar da Mekkeli putperest müşriklerden çok işkence ve eziyet görüyorlardı. Peygamberimize İslâmiyeti açıkça anlatmasını emreden Emr olunduğun şeyi apaçık bildir. Müşriklerden yüz çevir (Hicr sûresi, 93) meâlindeki âyet-i kerîme gelince, açıkça İslâmiyete davet başladı. Bunun üzerine müşriklerin düşmânlıkları daha da arttı. Eziyet ve işkencenin sonu gelmiyor, gün geçtikçe daha da şiddetleniyordu. Mekke, Müslümânlar için yaşanmaz bir şehir hâline gelmişti. 615 yılında Peygamberimizin müsâadesiyle, Müslümânlardan 10 erkek ve 5 kadın, bundan bir yıl sonra da Ebû Tâlibin oğlu Cafer-i Tayyâr başkanlığında 82 erkek ve 10 kadın daha Habeşistâna hicret ettiler. Orada râhat ve huzûra kavuştular.
İslâmiyetin günden güne yayılması üzerine şaşkına dönen müşrikler, bu sefer de Müslümânları, Ebû Tâlib Mahallesinde kuşatma altına aldılar. Giriş-çıkışı yasakladılar. Yiyecek, giyecek ve hiçbir ihtiyâç maddesi sokmadılar. Üç sene büyük sıkıntılara mâruz bıraktılar.
Mekkeli müşriklerin her gün artan düşmânlık ve zulümlerine rağmen, Müslümânların sayısı gittikçe artıyordu. Peygamberimiz hak dîni, insanlara duyurmaya ve öğretmeye sabır ve yumuşaklıkla devâm ediyor, karşılaştığı herkese, Allahü teâlâya îmân etmelerini, kendinin Allahın Resûlü olduğunu, putlara tapmaktan vazgeçilmesini anlatıyordu.
MEDÎNEDEN GELİP MÜSLÜMÂN OLANLAR
620 senesi hac mevsiminde, Medîneden gelenlerden 6 kişi Müslümân oldu. Bir sene sonra 12 kişi olarak geldiler ve Akabe denilen yerde Peygamberimize bîat ettiler. 622 yılı hac mevsiminde de, 73ü erkek 2si kadın 75 kişi, Akabe Bîatını yaptılar. Peygamber Efendimizin uğrunda canlarını seve seve fedâ edeceklerine söz verdiler ve Medîneye döndüler. Peygamber Efendimizi de Medîneye davet ettiler. Bundan sonra İslâmiyet, Medînede süratle yayıldı.
İkinci Akabe Bîatını duyan Mekkeli müşriklerin tutumları, çok şiddetli ve pek tehlikeli bir hâl aldı. Müslümânlar için Mekkede kalmak tahammül edilemeyecek derecede idi. Peygamber Efendimize durumlarını arz ederek, hicret için müsâade istediler. Bir gün Sevgili Peygamberimiz, sevinçli bir hâlde Eshâb-ı kirâmın (radıyallahü anhüm) yanına gelip; Sizin hicret edeceğiniz yer bana bildirildi. Orası Yesrib(Medîne)dir. Oraya hicret ediniz ve Orada Müslümân kardeşlerinizle birleşin. Allahü teâlâ, onları size kardeş yaptı. Yesribi (Medîneyi) size emniyet ve huzûr bulacağınız bir yurt kıldı buyurdu. Resûlullah Efendimizin izni ve tavsiyesi üzerine Müslümânlar, Medîneye birbiri ardınca bölük bölük hicret etmeye başladılar…
Hicretten alınacak bazı dersler…
Müslümânlar her fırsattan istifâde ederek Medîneye hicrete devâm ettiler. Bu arada Hazret-i Ömer, bir gün kılıcını kuşandı, yanına oklarını ve mızrağını alıp Kâbe-i muazzamayı açıkça tavâf etti. Orada bulunan müşriklere yüksek sesle şunları söyledi: İşte ben de dînimi korumak için, Allah yolunda hicret ediyorum. Karısını dul, çocuklarını yetîm bırakmak, anasını ağlatmak isteyen varsa önüme çıksın!
Böylece Hazret-i Ömer ve yanında yirmi kadar Müslümân, güpegündüz açıktan Medîneye doğru yola çıktılar. Onun korkusundan bu kâfileye hiç kimse dokunamadı. Daha sonra Eshâb-ı kirâmdan diğerleri de hicrete devâm ettiler.
Bu arada Hazret-i Ebû Bekr de hicret için izin istedi. Resûlullah Efendimiz; Sabreyle; ümîdim odur ki, Allahü teâlâ bana da izin verir; berâber hicret ederiz buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr, Anam-babam sana fedâ olsun. Böyle ihtimâl var mıdır? diye sordu. Resûlullah da, Evet vardır buyurunca çok sevindi. Sekiz yüz dirhem vererek hemen iki deve satın aldı; beklemeye başladı.
MÜŞRİKLER TELÂŞA KAPILDILAR!..
Diğer taraftan Medîneliler (Ensâr), hicret eden Mekkelileri (Muhâcirleri) çok iyi karşılayıp, evlerinde misâfir ettiler. Aralarında kuvvetli bir birlik meydâna geldi. Resûlullahın da hicret edip, Müslümânların başına geçeceği ihtimâliyle Mekkeli müşrikler telâşa kapıldılar…
Mekkeli müşrikler, mühim işleri görüşmek için bir araya geldikleri Dârün-nedvede toplandılar, ne yapacaklarını konuşmaya başladılar. Bu toplantıya, şeytân da düzgün kıyâfetli olarak, Şeyh-i Necdî [yâni Necdli bir ihtiyâr] kılığında katılmıştı. Çeşitli teklîfler öne sürüldü. Hiçbiri beğenilmedi. Kendisine söz verilen [Şeyh-i Necdî kılığındaki] şeytân onlara, Sizin düşündüklerinizin hiçbiri, Ona karşı çâre değildir. Çünkü Onun öyle güler yüzü, tatlı dili vardır ki, her tedbîri bozar. Başka çâre düşününüz diyerek fikrini söyledi.
Kureyşin reîsi ve en azılı İslâm düşmânı olan Ebû Cehil, En doğru fikir şudur ki, her kabîleden birer kuvvetli kimse seçelim. Her biri ellerinde kılıçları ile Muhammedin (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerine saldırsın. Kılıcı vurup kanını döksünler. Böylece kimin öldürdüğü belli olmaz. Zarûrî olarak diyete râzı olurlar. Biz de Onun diyetini verir, bu sıkıntıdan kurtuluruz dedi. Şeyh-i Necdî de bu fikri beğendi ve harâretle tasdîk etti…
Onlar bunun hâzırlığı içindeyken, Allahü teâlâ, Peygamber Efendimize hicret emrini verdi. Cebrâîl (aleyhisselâm) gelerek müşriklerin karârını ve o gece yatağında yatmamasını bildirdi. Peygamber Efendimiz, Hazret-i Alîye kendi yatağında yatmasını ve Mekkelilerin kendisine bıraktıkları emânetleri sâhiplerine vermesini söyledi. Geceleyin, Yâsîn sûresinin ilk dokuz âyetini okuyarak, kendisini öldürmek için evini sarmış kâfirlerin üzerine bir avuç toprak saçtı ve evinden çıktı. Müşriklerden hiç kimse onu göremedi.
Safer ayının yirmiyedinci (Perşembe) günü, Peygamber Efendimiz ve Hazret-i Ebû Bekr, yanlarına bir miktar yiyecek alarak, bir kılavuz ile birlikte yola çıktılar. Bir sâatlik mesâfedeki Sevr Dağında bulunan mağaranın önüne geldiler.
HAZRET-İ EBÛ BEKRİN MAĞARAYA GİRMESİ
Hazret-i Ebû Bekr, Resûlullahtan izin alarak Mağaraya önce kendisi girdi, içeriyi dikkatlice gözden geçirdi. Gördüğü çok sayıdaki yılan ve akrep deliğini, gömleğini parçalayarak kapattı. Açık kalan bir deliği de ayağıyla kapayıp, Peygamber Efendimizi içeri davet etti. Resûlullahın içeri girmesini müteâkip Allahü teâlânın emriyle bir örümcek kapıya ağını ördü ve bir çift güvercin de kapı önüne yuva yaparak yumurtladı.
Eve girip de Peygamber Efendimizi yatağında bulamayan müşrikler, her tarafı aramaya başladılar. İz tâkib ederek mağaranın önüne geldiklerinde, bir örümceğin mağaranın ağzını örmüş ve bir güvercinin de yuva yapmış olduğunu gördüler. İçeriye bakmadan geri döndüler.
Allahü teâlâ, bu mucize ile Peygamberini ve Onun arkadaşı Hazret-i Ebû Bekri müşriklerin kötülüklerinden korudu. Ayaklarının ucuna baksalardı, her ikisini de göreceklerdi. Bu durum karşısında, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) için endişelenen Hazret-i Ebû Bekri Peygamberimiz teselli ediyor ve ona; … Üzülme, Allahü teâlâ bizimle berâberdir… (Tevbe, 40) diyordu.