20 Nisan 2024, Cumartesi 16:03:13 İletişim Formu

Yazıklar olsun bize, gazeteci milletine

Gönderen zmtadmin On Şubat - 2 - 2010

gunun_YAZISI1

Hasan Cemal  

Yazıklar olsun bize, gazeteci milletine!

Abdi İpekçi, Abdi Bey, Milliyet gazetesinin efsanevi Genel Yayın Yönetmeni ve başyazarıydı.

Ve gerçekten büyük gazeteciydi.

Milliyet’i 1950’lerin başlarından alıp 1979’a kadar neredeyse tek başına yönetti. Her şeyine damgasını vurdu.

Abdi Bey yönetimindeki Milliyet Türkiye’nin en çok satan değil ama en etkili, en kaliteli referans gazetesi oldu. Yalnız siyaset meydanında değil, kültür ve sanatta, sporda, magazinde de ses getirdi.

Annem severdi Milliyet’i, Refi Cevat Ulunay’a, Burhan Felek’e düşkündü çünkü.

Ben ise çok kızardım Milliyet’e.

Özellikle de Abdi İpekçi’ye.

Hele başyazılarını hiç sevmezdim. 

Çünkü Abdi Bey, seçim sandığından sürekli olarak Demirel gibi ‘Amerikan emperyalizminin işbirlikçileri’ni çıkaran çok partili demokrasiyi savunurdu.

Ayrıca, demokratik solcu Ecevit’e verdiği destek de bizi çıldırtırdı. Türkiye 1971’deki 12 Mart askeri darbesine doğru yol alırken, Ecevit’le İpekçi, bizim Devrim dergisinde savunduğumuz darbeci ve Baasçı devrimcilik anlayışımızın düşman ikizleriydi.

Abdi Bey’e çok çektirdik.

Kızı Nükhet İpekçi’ye yazdığı bir mektupta, hem kendisini hem benim gibilerini o tarihlerde gayet iyi tarif etmiş:

“Ben insanların özgür olmalarını, düşüncelerini, inançlarını, görüşlerini hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce açıklayabilmelerini istiyorum. Bu özgürlüğü, yalnız kendi doğrultumdaki kimseler için değil, karşıtlarım için de savunmak gereğine inanıyorum.

 

Gazetenin yönetiminde tutumum, inançlarım doğrultusunda oldu. Solcu olmayan, solcular tarafından beğenilmeyen kimselerin de yazılarının yayımlanmasını engellemedim. Haberlerde de aynı politikayı güttüm. Sola karşı çıkanların demeçlerine ambargo koymadım.

İşte bu tutumum, beni kendilerinden sayan solcuları deli etti. Bu davranışımı hiç anlamadılar, hiç onaylamadılar ve beni döneklikle, kaypaklıkla suçladılar. Tabii bununla yetinmeyip çok daha ağır isnatlarda bulundular.

Hâlâ da bulunuyorlar.

Tıpkı sağdaki fanatiklerin yaptıkları gibi… Zaten, sağda ya da solda körü körüne angaje olmamış her gerçek aydının kaderi budur: Her iki yandan gelen suçlamalara hedef olmak…” (Milliyet, Önay Yılmaz ve Serhat Oğuz’un dizi yazısı, 1 Şubat 2010, s. 14)

Bu satırlar bana göre değildi. Çünkü ben 1960’ların sonlarında Abdi İpekçi’yi hiç sevmeyen radikal bir gençtim.

12 Mart darbesiyle birlikte kendime gelmeye, değişmeye başladım. Yüzüm artık darbecilikten demokratlığa dönüyordu.

Böylece, Abdi İpekçi’yi kıskanma dönemi uç verdi bende. Abdi Bey gazeteciliğinin yıllar boyu süren etkinliğinin, popülerliğinin Cumhuriyet’te meslek merdivenlerini tırmanmaya başlayan genç bir muhabirde böylesine karışık duygular uyandırması doğaldı.

Kıskanıyordum ama aynı zamanda yakından izlemeye çalışıyordum ‘Abdi İpekçi gazeteciliği’ni. Ve etkilendiğimi hissediyor, görüyordum.

Ama belli de etmiyordum.

Çünkü Abdi İpekçi, 1970’li yıllarda Cumhuriyet’in tepelerinde pek öyle sempatiyle bakılan bir gazeteci sayılmazdı.

Abdi Bey’in 1 Şubat 1979 gecesi öldürüldüğü zaman, ben aile meclisimde Cumhuriyet’in Ankara temsilciliğine atanmamı kutluyordum.

1981’de Cumhuriyet’e Genel Yayın Yönetmeni olduktan sonra da, Abdi İpekçi’nin yakınında bulunmuş meslek büyüklerimden Abdi Bey ekolü hakkında bir şeyler kapmaya devam ettim. Özellikle gazete yönetirken kendisinden çok şey öğrendiğimi fark ettim.

Aradan 31 yıl geçmiş…

Hâlâ gerçeği tam bulamadık!

Hâlâ bir muamma…

Yazıklar olsun bize, gazeteci milletine!

İpekçi ailesinin bunca yıldır hiç dinmeyen acısını bir kez daha bir nebze olsun paylaşmak istedim.

h.cemal@milliyet.com.tr

2 Şubat Salı 2010

Paylaş


8 × iki =


Copygiht © 2009 www.mehmetastan.com Mehmet TAŞTAN Kişisel Web Sayfası - Web Tasarım