Ramazan Ayvallı
Akşemseddîn hazretleri hakkında birkaç kelime…
Akşemseddîn hazretleri, Osmânlılar zamânında yetişen evliyânın büyüklerinden olup, İstanbulun manevî fâtihidir. Büyük velî Şihâbüddîn-i Sühreverdînin neslindendir. Soyu Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddîka ulaşır. 1390 (H.792) senesinde Şâmda doğdu ve 1460 (H. 864) yılında Bolunun Göynük ilçesinde vefât etti…
Asıl ismi, Muhammed bin Hamzadır. Hâcı Bayrâm-ı Velînin, ona; Beyaz (ak) bir insan olan Zeydden, insan cinsinin karanlıklarını söküp atmakta güçlük çekmedin demesi sebebiyle, Akşemseddîn lakabı verilmiştir.
Riyâzet sebebiyle benzinin solması, saçının, sakalının ağarması ve ak elbiseler giymesi sebebiyle Akşemseddîn denildiği de rivâyet edilmiştir.
BABASI KURTBOĞAN VELÎDİR
Rivâyet edilir ki: Babası vefât edip, defnolunduğu günün gecesi bir kurt gelip kabrini açtı. Bu kurt, o beldeye musallat olmuştu. Yeni mezârları bulur ve ölüyü mezârdan çıkararak parçalardı. Bu kurt, Şeyh Hamzayı da parçalamak ve yemek istedi. Şeyh Hamza, mübârek elini uzattı ve o kurdu boğazından tutup öldürdü.
Ertesi sabâh ziyârete gelen halk, kurdu ölü vaziyette, Şeyh Hamzanın elini de mezârdan dışarıda buldular. Orada, hâl sâhibi bir zât vardı: O zât: Kurda değdiği için, Şeyh Hamzanın mübârek elinin yıkanması lâzımdır dedi. Elini yıkadılar. El, hemen içeri çekildi. O günden beri Akşemseddînin babası, Amasyada Kurtboğan Velî lakabı ile meşhûr oldu…
Küçük yaşta ilim tahsîline başlayan Akşemseddîn, önce Kurân-ı Kerîmi ezberledi. Yedi yaşında iken babası ile Anadoluya gelip, o târihte Amasyaya bağlı olan Kavak nâhiyesine yerleşti. Âlim ve velî bir zât olan babası vefât edince, tahsîline devâm etti. Genç yaşta aklî ve naklî ilimlerde akrânından daha üstün derecelere ulaştı.
İlim tahsîlini tamâmladıktan sonra, Osmâncıkta müderris oldu. İlim öğretmekle ve nefsinin terbiyesiyle meşgûl iken, tasavvufa yönelip, Ankarada bulunan zamanın büyük velîsi Hâcı Bayrâm-ı Velîye talebe olmak istedi. Hâcı Bayrâm-ı Velî tarafından kabûl edilip, onun sohbetinde tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi ve ondan icâzet (diploma) aldı…
Aynı zamanda tıp ilminde de kendini yetiştiren Akşemseddîn [rahimehullah], bulaşıcı hastalıklar üzerinde çalıştı. Araştırmaları sonunda, Mâddetül-Hayât adlı eserinde: Hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır. Hastalıklar insandan insana bulaşmak sûretiyle geçer. Bu bulaşma, gözle görülemeyecek kadar küçük, fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur diyerek, bundan beşyüz sene önce mikrobun tarîfini yaptı. [Pasteurun teknik âletlerle Akşemseddînden dört asır sonra varabildiği netîceyi, dünyâda ilk defa o haber verdi. Buna rağmen mikrop teorisi, yanlış olarak Pasteure mal edilmiştir.]
Aynı zamanda ilk kanser araştırmacılarından olan Akşemseddîn [rahmetullahi aleyh], o devirde seratân denilen bu hastalıkla çok uğraştı. Sadrazam Çandarlı Halîl Paşanın oğlu Kazasker Süleymân Çelebîyi tedâvî etti.
Ayrıca hangi hastalıkların hangi bitkilerden hâzırlanan ilâçlarla tedâvî edileceğine dâir bilgiler ve formüller ortaya koydu.
İSTANBULUN FETHİNİ BİLDİRMESİ
Fâtih Sultân Mehmed Hân, muhteşem ordusuyla İstanbulun fethine çıktığında, Akşemseddîn, Akbıyık Sultân, Mollâ Fenârî, Mollâ Gürânî, Şeyh Sinân gibi meşhûr velîler ve âlimler de talebeleriyle birlikte orduya katıldılar.
Akşemseddîn hazretleri, savaş esnasında Sultâna gerekli tavsiyelerde bulunarak, yeni müjdeler veriyordu. Kuşatma uzayınca Sultânın ısrârı üzerine, Allahü teâlânın izniyle fethin ne gün olacağını bildiren Akşemseddîn, Sultân şehre girerken yanında yer aldı.
Fetih ordusu İstanbula girdikten sonra, genç Pâdişâha, İslâmiyetin harple ilgili hukûkunun gözetilmesini hâtırlattı ve buna göre hareket edilmesini bildirdi. Sultânın, Eshâb-ı Kirâmdan Ebû Eyyûb el-Ensârînin kabrinin bulunduğu yeri sorması üzerine:
Şu karşı yakadaki tepenin eteğinde bir nûr görüyorum. Orada olmalıdır cevâbını verdi.
Daha sonra orası kazıldı ve Eyyûb Sultânın (radıyallahü teâlâ anh) kabri ortaya çıktı. Fâtih Sultân Mehmed Hân, Ebû Eyyûb el-Ensârînin kabr-i şerîfinin üzerine bir türbe, yanına bir câmi ve ayrıca ilim öğrenmek için gelen talebelerin kalabileceği odalar inşâ ettirdi. Sultân, Akşemseddînden İstanbulda kalmasını istediyse de, Akşemseddîn hazretleri, Pâdişâhın bu teklîfini kabûl etmedi.
Osmanlı Sultanı İkinci Murâd Hân, Hâcı Bayram-ı Velîyi son derece severdi. Devlet işlerinden fırsat buldukça, sık sık ziyâretine giderdi. Yine bir defasında, dört yaşındaki oğlu Şehzâde Mehmed ile beraber Hâcı Bayram-ı Velîye gelip, elini öptüler.
Sultan Murâd Hân, sohbet sırasında Hâcı Bayram-ı Velîye: Efendim, İstanbulu alıp, kâfir diyârını İslâmın nûru ile nûrlandırarak, çan sesleri yerine ezân seslerinin yükselmesini arzû ederim. Bu husûsta duâlarınızı beklerim dedi.
Hâcı Bayram-ı Velî: Allahü teâlâ, ömrünüzü ve devletinizi ziyâde etsin. Yalnız, İstanbulun alındığını ne sen, ne de ben görebileceğiz dedi. Sonra, bir köşede oynayan Şehzâde Mehmed (Fâtih) ile hizmet için kapı eşiğinde bekleyen Akşemseddîni göstererek buyurdu ki: Ama şu çocukla bizim köse görürler.
***
Akşemseddîn hazretleri yüksek bir ahlâk sâhibi idi. Tasavvufda yetişmiş büyük bir velî ve rehber olduğu gibi, diğer ilimlerde de büyük bir âlim idi. Bu husûs, yazmış olduğu eserlerin tetkîkinden açıkça anlaşılmaktadır.
Ayrıca zamanındaki medrese tahsîlini tamâmlamış olup, şu eserleri de okuyup tetkîk etmiştir. Arapçanın büyük lügatlarından Ebû Nasr bin Hammâd el-Cevherînin Sıhâhını, Hanefî mezhebi fıkıh bilgilerini anlatan El-İhtiyâr li-talîlil-Muhtâr, Kunyetül-Fetâvâ, Tavzîhul-Fıkıh, Mecmûatül-Bahreyn, Şerh-i Hidâye ve Fahrul-İslâm Pezdevînin eserlerini okumuştur. Fetvâ kitaplarından: Hülâsatül-Fetâvâ, Fetâvâ-i Kâdîhân ve Hızânetül-Fetâvâyı okumuş, tetkîk etmiştir…
***
Bulunduğu yerde onun tasavvufa merâkını bilenler, ona, zamanın büyük velîsi, Hâcı Bayrâm-ı Velî hazretlerine gitmesini tavsiye ettiler. Bir gün Akşemseddîn, Ankaraya giderek, Hâcı Bayrâm-ı Velî ile görüştü. Bu gidişinde henüz talebesi olmadı.
Akşemseddîn (rahimehullah), 840 (m.1436) senesinde meşhûr Velî Şeyh Zeynüddîn hazretlerine talebe olmak için Halebe gitti. Halebe vardığında bir rüyâ gördü. Rüyâsında, boynuna bir zincir takılmış ve kendisi zorla Ankarada Hâcı Bayrâmın eşiğine bırakılmıştı. Zincirin ucu ise, Hâcı Bayrâm-ı Velînin elinde idi.
Bu rüyâ üzerine, Akşemseddîn yaptığı hatâyı anladı ve hemen Ankaraya geri dönmek için yola çıktı. Ankaraya gelip, Hâcı Bayram-ı Velînin dergâhına gidince, onun, talebeleriyle beraber tarlada olduğunu öğrendi. Hemen tarlaya gitti. Hâcı Bayrâm-ı Velî, onu görmesine rağmen, hiç iltifât etmedi. Akşemseddîn, diğer talebeler gibi tarladaki yabânî otları temizledi. Yemek vakti gelince, yine Akşemseddîne kimse iltifât etmedi. Hâcı Bayrâm-ı Velî, hâzırlanan yemeği, orada bulunan talebelerine taksîm etti. Artakalan yemeği köpeklere verdi. Akşemseddîn, nefsine; Sen buna lâyıksın diyerek, köpeklerin önüne konan yemekten yemek istedi. Hâcı Bayrâm-ı Velî, onun bu tevâzuuna dayanamayarak: Köse, kalbimize girdin, gel yanıma dedi ve ona iltifâtlar etti, kendi sofrasına oturttu.
Sonra ona; Zincirle zorla gelen misâfiri böyle ağırlarlar diyerek onun rüyâsından haberdâr olduğunu belirtti. Akşemseddîn buna çok sevinerek, kendini onun irfân meclisine verdi ve tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi. Kısa bir süre sonra Hâcı Bayrâm-ı Velî, ona icâzet (diploma) verdi.
Bu konuda şöyle bir şey anlatılır: Bir gün Hâcı Bayrâm-ı Velîye; Bazı talebelere kırk yıldır hilâfet vermediniz. Akşemseddîne ise kısa bir zaman zarfında hilâfet verdiniz. Bunun hikmeti nedir? diye sordular.
Hâcı Bayrâm-ı Velî de: Bu, bir zeyrek kösedir. Her ne görüp duydu ise, hemen inandı. Sonra, hikmetini yine kendisi anladı. Fakat yanımda kırk yıldan beri hizmet eden bu talebeler, hemen gördüklerinin ve duyduklarının aslını ve hikmetini sorarlar. Ona hilâfet verilişinin sebebi budur dedi.
***
Akşemseddîn hazretleri, çok talebe yetiştirmiştir. Bunlar arasında zâhirî ve bâtınî ilimleri çok iyi bilen yedi oğlu da vardı. Bu oğulları şunlardır: Muhammed Sadullah, Muhammed Fazlullah, Muhammed Nûrullah, Muhammed Emrullah, Muhammed Nasrullah, Muhammed Nûrul-Hudâ ve Muhammed Hamîdullah.
Akşemseddînin (rahimehullah) halifeleri ise şunlardır: Muhammed Fazlullah, Harîzatüş-Şâmî Mısırlıoğlu, Abdürrahîm Karahisârî, Muslihuddin İskilibî ve İbrâhîm Tennûrî…
[Hepsine Allahü teâlâdan rahmetler diliyor; ayrıca âhirette onları bize şefâatçi yapmasını tazarru ve niyâz ediyoruz.]