Muammer ERKUL
Üzeri bol çiçekli kalın çimenler serili her yere; bu tepeden, neredeyse ta karşıdaki bulutlara kadar. Mezarlığa doğru genişleyen cami bahçesindeki musalla taşında bir tabut; havlular, yazmalar örtülü… Dört oğul, iki damat, çok sayıda torun, akrabaları, köylüleri, bunca yıl elini öpenler ve eliyle pişirdiği ekmeğinden yiyenler saf tutmuş, namazını kalmakta: Hatun kişi niyetine, buyurun cenaze namazına…
*
Öğle ezanı okunmadan; derin bir dikdörtgen biçiminde açılmış, üzerine kürekler konmuş halde, sahibini koynuna almak için bekleyen mezarın başına gittim. Yalnızdım… İçine baktım, bir şeyler okudum…
Fadime annemizin (Fatma Aydoğdu) yolunun sonu işte burasıydı. Hatıralarını ardında bırakacak, amelini alıp şuraya saklanacaktı! Nasıl hatırlanır bir insan? Doksan yaşına varmış Fadime annemiz; bir iki ay öncesine kadar abdestini kendi alır, namazını kılardı… Son gününe kadar dili tesbih etti. Öyle çok ağrısı da olmadı. Uzun ömrünün sonunda ecel geldi emaneti usulca teslim aldı. Geride hatıraları kaldı: Namazını kazaya bıraktığına hiç şahit olmazdık… Hele dedikodu yaptığını hiç işitmedik ki ne zor iştir… Televizyonda açık kadın görse başını çevirirdi. Akşamları dokuz olunca Osman Hocayı dinler, sonra gider uyurdu. İnsanları ve hayvanları çok sever… Gidenin, gelenin önünden, ardından durmadan dua eder… Kimi bulsa yoruluncaya kadar Kuran okutur ve hiç kıpırdamadan dinlerdi… 14 Nisan 2010 Çarşamba günü öğleden önce, yine Yasin-i şerif dinlerken, ağzında zemzem, son nefesini verdi…
*
Perşembe, öğlen… Mezarına indik. İki yanımda iki oğlu ve oğulları kadar sevdiğini iyi bildiğim ben; onu mezarına indirip yerleştirdik. Hatice annemi de bu ayın 23ünde koymuştum toprağa; zaten ilk indiğim mezar anneminkiydi.
Mezara dört kişi iniyor hep ve üçü dışarı çıkıyor; okunan Fatihalar arasında…
Bu defa da ben; çıkanlar arasındaydım!