Ramazan AYVALLI
Bilindiği üzere, Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed aleyhisselâma Peygamberliği bildirilip insanları şirkten, putlara tapmaktan vazgeçmeye ve Allahü teâlâya îmân etmeye davete başladığı günden itibâren Mekkeli müşrikler Ona karşı çıktılar. Müşrikler, sevgili Peygamberimize de, diğer Müslümânlara da senelerce çok şiddetli düşmânlık gösterdiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ tarafından, Biset-i Nebeviyenin 13. senesinde Müslümânların hicret etmelerine izin verildi. Sayıca az olan ilk Müslümânlar, müşriklerin hücûmları karşısında, îmânlarını korumak ve yaymak maksadıyla, Mekke-i mükerremede mallarını-mülklerini bırakarak, Medîne-i münevvereye hicret etmişlerdir. [Sahâbe-i kirâmdan bir kısmı, bundan önce de Habeşistâna hicret etmişlerdi.]
Müslümânların Mekkeden Medîneye hicret etmesinden sonra da düşmânlıklarını devâm ettiren müşrikler, birkaç defa ordu hazırlayıp Medînede bulunan Müslümânların üzerine de yürüdüler. Bedir, Uhud, Hendek…gibi kanlı savaşlar yapıldı. Bu savaşlarda Müslümânlar karşısında tutunamayıp hep perîşân oldular. [Daha önceki bir makâlemizde de belirttiğimiz gibi, nihâyet, hicretten 8 sene sonra bu defa müslümânlar, Mekke-i mükerremeye sefere çıkmış ve orayı Allahü teâlânın yardımıyla fethetmişlerdir.]
Fetih için Mekke yakınına gelen Peygamberimizin ordusunu, Kureyşin liderlerinden olan ve o zaman henüz îmân etmemiş bulunan Ebû Süfyân, kolaçan etmek isterken yakalanmış, Onun huzûruna çıkarılmış, Onun emriyle bir gece Hazret-i Abbâsın çadırında müsâfir edilmiş ve sabâhleyin Resûlullahın huzûrunda îmânla şereflenmiş, sonra da müşriklerin yanına dönüp onlara bazı sözler söylemiştir.
Onun sözlerini heyecânla dinleyen Kureyş müşrikleri, büyük bir şaşkınlık içine düşüp, bir kısmı Harem-i şerîfe, bir kısmı Ebû Süfyânın evine girmişlerdir. Bir kısmı da kendi evlerine kapanıp dışarı çıkmamışlardır. Az da olsa, silâhını alıp sokaklarda dolaşanlar da görülmüştür.
Peygamberimiz, Mekkeye girerken kumandânlara, şehre hangi semtlerden gireceklerini gösterip, orduyu dört kola ayırdı ve Size karşı konulmadıkça ve saldırılmadıkça, hiç kimseyle çarpışmaya girmeyiniz! Hiç kimseyi öldürmeyiniz buyurdu. Yalnız, sayıları az da olsa, Mekkelilerden bâzı kimselerin bunun dışında olduğunu bildirdi.
İslâm ordusu, kollar hâlinde Mekkeye girdi. Sâdece Hâlid bin Velîdin (radıyallahü anh) komuta ettiği birliğe karşı bir grup müşrik karşı koymak istedi. Hâlid bin Velîd, hücûm edenlerin on üçünü öldürdü, diğerlerini de dağıttı.
Peygamberimiz, Kusvâ adlı devesi üzerinde, Fetih sûresini okuyarak Mekkeye girdi. Sağında Ebû Bekr, solunda Üseyd ibn-i Hudayr, etrâfında Muhâcirîn ve Ensârdan bir kısım Eshâb vardı. Kabeyi görünce tekbîr getirdiler…
Peygamberimiz, yine Kusvâ adlı devesinin üzerinde Harem-i şerîfe girdi. Kabeyi deve üstünde yedi defa tavâf etti. Tavâf sırasında Kabedeki putlar, elindeki değnekle dokundukça veya işâret ettikçe devriliyor ve De ki: Hak geldi, bâtıl zâil oldu, çünkü bâtıl yok olmaya mahkûmdur meâlindeki İsrâ sûresinin 8. âyetini okuyordu.
Böylece Kabe-i muazzama putlardan temizlendi ve Hazret-i Bilâl, Kabenin damına çıkarak Mekkede fetihten sonraki ilk ezânı okudu.
Demek ki netîce olarak söyleyecek olursak Peygamber Efendimiz ve hâzırladığı İslâm ordusu, hicretin 8. yılında, 1 Ocak 630 târihinde, Medîne-i münevvereden 10.000 kişilik bir ordu ile gelerek, harp etmeden ve kan dökmeden Mekke-i mükerremeyi teslîm aldı. Düşmânlarına da, Sizin hiçbirinizi, sorguya çekecek değilim. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz! buyurdu.
Peygamberimiz Mekke-i mükerremeyi fethedince, Kabe-i muazzamanın anahtarını isteyip kapısını açtırdı. Hazret-i Ömer ile Osmân bin Talhaya Kabenin içine girip oradaki putları da devirmelerini ve orayı da putlardan temizlemelerini emretti. Onlar da girip buradaki putları kırıp parçaladılar. Böylece Kabenin dışı gibi içi de putlardan temizlendi. Sonra Peygamberimiz, Hazret-i Ömer, Bilâl-i Habeşî, Üsâmetübnü Zeyd ve Osmân bin Talha (radıyallahü anhüm) ile birlikte Kabe-i şerîfenin içine girdi. İki rekat namaz kıldı ve Beyt-i şerîfin içini dolaşıp her tarafında tekbîr getirdi ve bir müddet Kabenin içinde kaldı…
Mekkenin fethinde müşriklere gösterilen yüksek müsâmaha -2-
Dünkü makâlemizde bahsettiğimiz gibi, Mekkenin fethi esnâsında Kureyş müşrikleri de, Mescid-i Harâmda toplanıp, Kabenin etrâfını sararak haklarında verilecek karârı heyecânla beklemeye başlamışlardı.
Peygamberimiz, Kabenin kapısının eşiğinde durup sabırsızlıkla bekleyenlere karşı şöyle buyurdu: Allahtan başka ilâh yoktur. Yalnız Allah vardır. Onun eşi ve ortağı yoktur. O vadini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Bütün düşmânlarımızı dağıttı. İyi biliniz ki câhiliyye devrine âit olan eski görenekler, kan ve mâl davâları artık şu iki ayağımın altındadır, ortadan kaldırılmıştır. Yalnız Kabe hizmetiyle hacılara su dağıtma işi bırakıldı.
Ey Kureyş cemâati! Allah, sizden eskiden kalma gurûru, babalarla, soylarla övünmeyi giderdi. Bütün insanlar Âdemden, Âdem de topraktan yaratılmıştır.
Peygamberimiz devam ederek, Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık ve sizi milletlere, kabîlelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız (öğünesiniz diye değil). Allah katında en iyiniz, takvâsı en çok olanınızdır. Şüphesiz ki, Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdârdır meâlindeki Hucurât sûresinin 13. âyet-i kerîmesini okudu.
Sonra da; Ey Kureyş topluluğu! Şimdi size nasıl muâmele edeceğimi zannedersiniz? diye sordu. Kureyşliler: Biz senden hayır umarız. Çünkü Sen kerem, iyilik sâhibi bir kardeşsin! Kerem, iyilik sâhibi bir kardeşin de oğlusun! Ancak bize hayır, iyilik yapacağına inanırız dediler.
Peygamberimiz: Yûsufun kardeşlerine dediği gibi ben de size, Bugün artık size geçmişten sorumluluk yoktur derim. Haydi gidiniz, serbestsiniz buyurdu. O gün öğle namazı vaktinde Bilâl-i Habeşî Sevgili Peygamberimizin emriyle ezân okudu.
Mekkenin fethinin ikinci günü Peygamberimiz bir hutbe daha okudu. Bu hutbelerinde, Müslümânların kardeş olduklarını, karşılıklı haklarını ve daha birçok husûsu bildirdi. Peygamberimiz umumî af ilân ettikten sonra, Kureyşliler Müslümân oldular. Seneler önce kendilerini îmâna dâvet ettiğinde inanmayanlar, o gün Safâ Tepesinde Peygamberimize bîat ettiler. Erkekler, Allahü teâlâdan başka ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın Allahü teâlânın kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ederek İslâmiyet ve cihâd üzerine; kadınlar da, îmândan sonra Allahü teâlâya şirk koşmamak, hırsızlık ve zinâ yapmamak, çocuklarını öldürmemek ve âsî olmamak üzere biat ettiler.
Mekkeli müşrikler içinden bâzı azılı kimseler umûmî aftan hâriç tutulmuştu. Bunlardan Mekkenin fethi sırasında kaçanlardan bâzıları yakalandıkları yerlerde öldürüldü. Fakat pek çoğu yine affedildi. Bunlar arasında affa uğrayıp Müslümân olanlardan Ebû Cehilin oğlu İkrime, Abdullah bin Sad, Vahşî ve Ebû Süfyânın hanımı Hind, Safvân, Kab ibn-i Züheyr ve Habbân (radıyallahü anhüm) gibi kimseler vardı.
Mekkenin fethi sâdece İslâm târihinde değil, bütün cihân târihinde eşi ve benzeri bulunmayan bir hâdisedir. Bu fetih, îmânları-İslâmlıkları sebebiyle yurtlarından ayrılan Sevgili Peygamberimiz ve Eshâb-ı kirâma, Allahü teâlânın en büyük lütuflarından biridir. Bu fetihle Arabistan Yarımadasında şirkin (Allaha ortak koşmanın) cemiyet ve güç hâlindeki varlığı sona ermiş, Kabe ve civârı putlardan temizlenmiş, tevhîd inancının kesin hâkimiyeti ilân edilmiştir. Mekkenin fethi ile Arabistan Yarımadasında ilk İslâm Devleti de kuruluşunu tamamlamış, bundan sonra İslâmiyet üç kıtaya hızla yayılmaya başlamıştır. Mekkenin fethi, İslâmiyette öylesine derin manâ ve hikmetlerle doludur ki, daha sonraki asırlarda yaşamış olan İslâm ulemâ, evliyâ ve kumandanları da çeşitli vesîlelerle bu fethi kendilerine örnek alıp, hâl ve işlerinde de ölçü kabûl etmişlerdir.
Ama 15 Temmuz 1099 târihinde, Haçlılar Kudüsü işgâl edince Müslümân ve Mûsevîlere çok büyük katliâmlar yaptılar; sâdece Müslümânlardan 70.000 kişiyi kılıçtan geçirdiler. Gaudefroi de Buyyonun, Papa II. Urbana yazdığı bir mektupta ve Rene G. Rousset adındaki târihçi tarafından bu vahşet uzun uzun anlatılmıştır. Biz burada sâdece Şövalye Gestanın bir ifâdesini nakledelim: Böyle bir katliâmı, o güne kadar hiç kimse ne duymuş, ne de görmüştü. Ölüler piramitler şeklinde yığılıp yakıldı. Bunların sayılarının ne olduğunu ancak Allah bilir. Müslümân ve Musevî hiç kimse bu katliâmdan sağ kurtulamadı…