04 Mayıs 2024, Cumartesi 15:18:27 İletişim Formu

Mekkenin fethinde müşriklere gösterilen yüksek müsamaha

Gönderen zmtadmin On Mart - 21 - 2010

s119790583808_5224Ramazan AYVALLI

Bilindiği üzere, Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed aleyhisselâma Peygamberliği bildirilip insanları şirkten, putlara tapmaktan vazgeçmeye ve Allahü teâlâya îmân etmeye da’vete başladığı günden i’tibâren Mekkeli müşrikler O’na karşı çıktılar. Müşrikler, sevgili Peygamberimize de, diğer Müslümânlara da senelerce çok şiddetli düşmânlık gösterdiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ tarafından, “Bi’set-i Nebeviye”nin 13. senesinde Müslümânların hicret etmelerine izin verildi. Sayıca az olan ilk Müslümânlar, müşriklerin hücûmları karşısında, îmânlarını korumak ve yaymak maksadıyla, Mekke-i mükerreme’de mallarını-mülklerini bırakarak, Medîne-i münevvere’ye hicret etmişlerdir. [Sahâbe-i kirâmdan bir kısmı, bundan önce de Habeşistân’a hicret etmişlerdi.]

Müslümânların Mekke’den Medîne’ye hicret etmesinden sonra da düşmânlıklarını devâm ettiren müşrikler, birkaç defa ordu hazırlayıp Medîne’de bulunan Müslümânların üzerine de yürüdüler. Bedir, Uhud, Hendek…gibi kanlı savaşlar yapıldı. Bu savaşlarda Müslümânlar karşısında tutunamayıp hep perîşân oldular. [Daha önceki bir makâlemizde de belirttiğimiz gibi, nihâyet, hicretten 8 sene sonra bu defa müslümânlar, Mekke-i mükerreme’ye sefere çıkmış ve orayı Allahü teâlâ’nın yardımıyla fethetmişlerdir.]

Fetih için Mekke yakınına gelen Peygamberimizin ordusunu, Kureyş’in liderlerinden olan ve o zaman henüz îmân etmemiş bulunan Ebû Süfyân, kolaçan etmek isterken yakalanmış, O’nun huzûruna çıkarılmış, O’nun emriyle bir gece Hazret-i Abbâs’ın çadırında müsâfir edilmiş ve sabâhleyin Resûlullah’ın huzûrunda îmânla şereflenmiş, sonra da müşriklerin yanına dönüp onlara bazı sözler söylemiştir.

Onun sözlerini heyecânla dinleyen Kureyş müşrikleri, büyük bir şaşkınlık içine düşüp, bir kısmı Harem-i şerîfe, bir kısmı Ebû Süfyân’ın evine girmişlerdir. Bir kısmı da kendi evlerine kapanıp dışarı çıkmamışlardır. Az da olsa, silâhını alıp sokaklarda dolaşanlar da görülmüştür.

Peygamberimiz, Mekke’ye girerken kumandânlara, şehre hangi semtlerden gireceklerini gösterip, orduyu dört kola ayırdı ve “Size karşı konulmadıkça ve saldırılmadıkça, hiç kimseyle çarpışmaya girmeyiniz! Hiç kimseyi öldürmeyiniz” buyurdu. Yalnız, sayıları az da olsa, Mekkelilerden bâzı kimselerin bunun dışında olduğunu bildirdi.

İslâm ordusu, kollar hâlinde Mekke’ye girdi. Sâdece Hâlid bin Velîd’in (radıyallahü anh) komuta ettiği birliğe karşı bir grup müşrik karşı koymak istedi. Hâlid bin Velîd, hücûm edenlerin on üçünü öldürdü, diğerlerini de dağıttı.

Peygamberimiz, Kusvâ adlı devesi üzerinde, Fetih sûresini okuyarak Mekke’ye girdi. Sağında Ebû Bekr, solunda Üseyd ibn-i Hudayr, etrâfında Muhâcirîn ve Ensâr’dan bir kısım Eshâb vardı. Ka’be’yi görünce tekbîr getirdiler…

Peygamberimiz, yine Kusvâ adlı devesinin üzerinde Harem-i şerîfe girdi. Ka’be’yi deve üstünde yedi def’a tavâf etti. Tavâf sırasında Ka’be’deki putlar, elindeki değnekle dokundukça veya işâret ettikçe devriliyor ve “De ki: Hak geldi, bâtıl zâil oldu, çünkü bâtıl yok olmaya mahkûmdur” meâlindeki İsrâ sûresinin 8. âyetini okuyordu.

Böylece Ka’be-i muazzama putlardan temizlendi ve Hazret-i Bilâl, Ka’be’nin damına çıkarak Mekke’de fetihten sonraki ilk ezânı okudu.

Demek ki netîce olarak söyleyecek olursak Peygamber Efendimiz ve hâzırladığı İslâm ordusu, hicretin 8. yılında, 1 Ocak 630 târihinde, Medîne-i münevvere’den 10.000 kişilik bir ordu ile gelerek, harp etmeden ve kan dökmeden Mekke-i mükerreme’yi teslîm aldı. Düşmânlarına da, “Sizin hiçbirinizi, sorguya çekecek değilim. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” buyurdu.

Peygamberimiz Mekke-i mükerremeyi fethedince, Ka’be-i muazzama’nın anahtarını isteyip kapısını açtırdı. Hazret-i Ömer ile Osmân bin Talha’ya Ka’be’nin içine girip oradaki putları da devirmelerini ve orayı da putlardan temizlemelerini emretti. Onlar da girip buradaki putları kırıp parçaladılar. Böylece Ka’be’nin dışı gibi içi de putlardan temizlendi. Sonra Peygamberimiz, Hazret-i Ömer, Bilâl-i Habeşî, Üsâmetü’bnü Zeyd ve Osmân bin Talha (radıyallahü anhüm) ile birlikte Ka’be-i şerîfe’nin içine girdi. İki rek’at namaz kıldı ve Beyt-i şerîfin içini dolaşıp her tarafında tekbîr getirdi ve bir müddet Ka’be’nin içinde kaldı…

Mekke’nin fethinde müşriklere gösterilen yüksek müsâmaha -2-

Dünkü makâlemizde bahsettiğimiz gibi, Mekke’nin fethi esnâsında Kureyş müşrikleri de, Mescid-i Harâm’da toplanıp, Ka’be’nin etrâfını sararak haklarında verilecek karârı heyecânla beklemeye başlamışlardı.

Peygamberimiz, Ka’be’nin kapısının eşiğinde durup sabırsızlıkla bekleyenlere karşı şöyle buyurdu: “Allah’tan başka ilâh yoktur. Yalnız Allah vardır. O’nun eşi ve ortağı yoktur. O va’dini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Bütün düşmânlarımızı dağıttı. İyi biliniz ki câhiliyye devrine âit olan eski görenekler, kan ve mâl da’vâları artık şu iki ayağımın altındadır, ortadan kaldırılmıştır. Yalnız Ka’be hizmetiyle hacılara su dağıtma işi bırakıldı.

Ey Kureyş cemâati! Allah, sizden eskiden kalma gurûru, babalarla, soylarla övünmeyi giderdi. Bütün insanlar Âdem’den, Âdem de topraktan yaratılmıştır.”

Peygamberimiz devam ederek, “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık ve sizi milletlere, kabîlelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız (öğünesiniz diye değil). Allah katında en iyiniz, takvâsı en çok olanınızdır. Şüphesiz ki, Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdârdır” meâlindeki Hucurât sûresinin 13. âyet-i kerîmesini okudu.

Sonra da; “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi size nasıl muâmele edeceğimi zannedersiniz?” diye sordu. Kureyşliler: “Biz senden hayır umarız. Çünkü Sen kerem, iyilik sâhibi bir kardeşsin! Kerem, iyilik sâhibi bir kardeşin de oğlusun! Ancak bize hayır, iyilik yapacağına inanırız” dediler.

Peygamberimiz: “Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi ben de size, ‘Bugün artık size geçmişten sorumluluk yoktur’ derim. Haydi gidiniz, serbestsiniz” buyurdu. O gün öğle namazı vaktinde Bilâl-i Habeşî Sevgili Peygamberimizin emriyle ezân okudu.

Mekke’nin fethinin ikinci günü Peygamberimiz bir hutbe daha okudu. Bu hutbelerinde, Müslümânların kardeş olduklarını, karşılıklı haklarını ve daha birçok husûsu bildirdi. Peygamberimiz umumî af i’lân ettikten sonra, Kureyşliler Müslümân oldular. Seneler önce kendilerini îmâna dâvet ettiğinde inanmayanlar, o gün Safâ Tepesinde Peygamberimize bîat ettiler. Erkekler, Allahü teâlâdan başka ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın Allahü teâlânın kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet ederek İslâmiyet ve cihâd üzerine; kadınlar da, îmândan sonra Allahü teâlâya şirk koşmamak, hırsızlık ve zinâ yapmamak, çocuklarını öldürmemek ve âsî olmamak üzere biat ettiler.

Mekkeli müşrikler içinden bâzı azılı kimseler umûmî aftan hâriç tutulmuştu. Bunlardan Mekke’nin fethi sırasında kaçanlardan bâzıları yakalandıkları yerlerde öldürüldü. Fakat pek çoğu yine affedildi. Bunlar arasında affa uğrayıp Müslümân olanlardan Ebû Cehil’in oğlu İkrime, Abdullah bin Sa’d, Vahşî ve Ebû Süfyân’ın hanımı Hind, Safvân, Ka’b ibn-i Züheyr ve Habbân (radıyallahü anhüm) gibi kimseler vardı.

Mekke’nin fethi sâdece İslâm târihinde değil, bütün cihân târihinde eşi ve benzeri bulunmayan bir hâdisedir. Bu fetih, îmânları-İslâmlıkları sebebiyle yurtlarından ayrılan Sevgili Peygamberimiz ve Eshâb-ı kirâma, Allahü teâlânın en büyük lütuflarından biridir. Bu fetihle Arabistan Yarımadasında şirkin (Allah’a ortak koşmanın) cemiyet ve güç hâlindeki varlığı sona ermiş, Ka’be ve civârı putlardan temizlenmiş, tevhîd inancının kesin hâkimiyeti i’lân edilmiştir. Mekke’nin fethi ile Arabistan Yarımadasında ilk İslâm Devleti de kuruluşunu tamamlamış, bundan sonra İslâmiyet üç kıtaya hızla yayılmaya başlamıştır. Mekke’nin fethi, İslâmiyette öylesine derin ma’nâ ve hikmetlerle doludur ki, daha sonraki asırlarda yaşamış olan İslâm ulemâ, evliyâ ve kumandanları da çeşitli vesîlelerle bu fethi kendilerine örnek alıp, hâl ve işlerinde de ölçü kabûl etmişlerdir.

Ama 15 Temmuz 1099 târihinde, Haçlılar Kudüs’ü işgâl edince Müslümân ve Mûsevîlere çok büyük katliâmlar yaptılar; sâdece Müslümânlardan 70.000 kişiyi kılıçtan geçirdiler. Gaudefroi de Buyyon’un, Papa II. Urban’a yazdığı bir mektupta ve Rene G. Rousset adındaki târihçi tarafından bu vahşet uzun uzun anlatılmıştır. Biz burada sâdece Şövalye Gesta’nın bir ifâdesini nakledelim: “Böyle bir katliâmı, o güne kadar hiç kimse ne duymuş, ne de görmüştü. Ölüler piramitler şeklinde yığılıp yakıldı. Bunların sayılarının ne olduğunu ancak Allah bilir. Müslümân ve Musevî hiç kimse bu katliâmdan sağ kurtulamadı…”

Paylaş

Yorumlara kapalıdır.


Copygiht © 2009 www.mehmetastan.com Mehmet TAŞTAN Kişisel Web Sayfası - Web Tasarım