04 October 2024, Cuma 14:37:10 İletişim Formu

O DONDU biz yandık

Gönderen zmtadmin On Ocak - 31 - 2010

gunun_YAZISI1  İz bırakanlar

İrfan Özfatura

O DONDU biz yandık 

 

GÖZE GÖZ DİŞE DİŞ…

Sivaslı Muhsin, Orta Asya Türkü’nün narına yanarken, Anadolu’nun gitmekte olduğunu görür, derdi tasası artar. Sol baskılar karşısında bunalan Anadolu çocuklarının yardımına koşar. Göze göz, dişe diş bir mücadele…

 

 

 

GENÇLERİ ŞİDDETTEN UZAK TUTAR

Mamak’ta türlü işkencelere maruz kalan Muhsin Yazıcıoğlu, Ülkücüleri şiddetten uzak tutar. Gençler takva yolunun yolcusu olur, artık Alperen’dir onlar.

 

 

Ellidört doğumlu bir Anadolu çocuğu… Yiğidin harman olduğu yerden… Şarkışla’dan!

Kendi halinde bir çiftçi ailesinin ferdidir. Aslında akranları gibi buğday fiyatından, traktör lastiğinden, Tarım Kooperatifinin tekaüd müdüründen konuşması lazımdır ama o uzak ufuklara yelken açar.

Aklı taaa Asya bozkırlarında dolanır durur, esir Türklerle yatar, esir Türklerle kalkar.

Zaman zaman lambalı radyodan Azeri spikerin sesini yakalar. “Umulur ki hava seherin bazı hisselerinde yağışlı ola…”

Diyeceksiniz ki ne var bunda?

Bizim ele kar yağıyor kardaşım…

Bir hislenir bir hislenir, dokunsan ağlayacak.

Bu prangalar nasıl kırılır?

Kazak’la, Kırgız’la ne vahıt kucaklaşırlar?

Takdirlik bir talebedir. Ortayı liseyi rahat bitirir. Kursa ney gitmeden Veteriner Fakültesi’ni de kazanır (1972).

Ver elini Ankara!

Türk solu hayli dinamiktir o yıllarda. Yetişmiş adamları, gözü kara savaşçıları, darağacına yürümüş kahramanları vardır. Sendikaları, üniversiteleri onlardan sorarlar. Maarif, medya desen ona keza…

Ülkenin yarısı kurtarılmış bölgedir, adamı evinden alır, halk mahkemelerine çıkarırlar. İcabında kalem kırar, infaz yaparlar.

Fütursuz ve korkusuzdurlar, sakınmadan kızıl bayrak açar, göstere göstere orak çekiç taşırlar.

Tuhaftır ama en hızlı militanlar sahil şeridinden, zengin semtlerinden çıkar, burjuva çocukları pahalı cafelerde oturup proleter kurtarırlar.

 

DEVRİME ÇEYREK KALA

Şimdi diyelim üniversiteyi kazandınız, tarafsız kalma gibi bir şansınız yoktur asla. Size mektebe hakim olan örgütün borusunu çaldırırlar.

Öyle görüneyim, “mış gibi” yapayım deseniz de yutmazlar. Memleketinize mahallenize uzanır, şecerenizi çıkarırlar. Zaten öğrenci büroları ellerindedir, evraklarınızı çoktaaan karıştırmıştırlar. Günün birinde bıyıkları ağzına sarkan parkalılar etrafınızı çevirir, elebaşı işaret parmağını göğsünüze basar ve tükürüğünü saça saça haykırır “Arkadaşım! Sen artık gelmiyorsun okula!”

Halbuki o fakülteyi kazanabilmek için kaç koca yıl çalışmışsınızdır. Sesiniz çıkmaz.

Dövüşemezsin, kaçamazsın, kampüsler uçsuz bucaksızdır zira. Ah dersin yanımda yürekli bilekli bir ağabey olsa!

Sivaslı Muhsin, Orta Asya Türkü’nün narına yanarken, kendini bir yangının içinde bulur.

Sol baskılar karşısında bunalan Anadolu çocuklarının yardımına koşar. Göze göz, dişe diş bir mücadele… Kavgaysa kavga!

Saftır, samimidir, makam mansıp beklemeden çalışır. Etrafındaki halka hızla genişler ve gün gelir başkan olur Ülkü Ocaklarına (1978).

Onun döneminde gözle görülen bir değişim yaşanır. ÜGD, partinin gençlik kolu olmaktan çıkar.

Evet yine seminerler düzenlenir ama eskisi gibi dokuz ışık ve tarım kentler anlatılmaz. Doktrin umurlarında değildir, artık Alperen’dir onlar. Ecdad gibi Derviş Gazilerin ardına takılmalı, ulemanın eteğine yapışmalıdırlar. Ülkücüler Ahmet Yesevi Hazretleri ile o dönemde tanışır. Ahmed-i Bedevi, Ahmed-i Rıfai, Ahmed-i Siyahi, Ahmed-i Bican, Ahmed-i Cüzeyri, Ahmed Namık-ı Cami, Ahmed ibni Kemalpaşa… Biliyor musunuz bütün bu kapıları da bir Ahmed aralar onlara, Seyyid Ahmed Arvasi Hoca!

Muhsin, başkan olduğu dönemde duvarlara “Ya kan kusturacağız! Ya tam susturacağız” yazdırmaz, gençler büyük bir heyecanla “Kanımız aksa da zafer İslam’ın!” diye haykırırlar.

Onun ürettiği ve öğrettiği sloganlar buram buram ecdad kokar.

“Çağrımız İslam’da dirilişedir!”

“Ya Allah! Bismillah! Allahuekber!”

“Ülkümüz köklerde dalgalanan bir bayrak

Allah huzurunda eğiliriz biz ancak!”

 

DİN ÖNE KİN ARKAYA

Öğrenci yurtlarında değişim daha net izlenir. Her cuma gecesi enbiyanın, evliyanın, sülehanın, şühedanın ruhlarına Yasin-i şerif okunur, hep birlikte el açar yanık duaları fatihalarla taçlandırırlar.

Kanları kaynayan delikanlılar okeye, bilardoya gitmez olur, bir bilenin önünde diz kırar, elifbalarını açarlar.

Be üstün beee! Be esre biii! Be ötre büüü! Be, bi, bü!… Çıkmış Kur’an bülbülleriii…

Seher vakti merdiven boşluklarında ezan okunur ve koridorlar terlik sesinden geçilmez olur bir anda. Bir zamanlar namazlarını merdiven altlarında kılanlar yurdun ya da fakültenin en büyük, en aydınlık, en ferah odasını mescid yapar. Sayıları katlana katlana artar, saflara sığmaz olurlar.

Büyük bir dönüşümdür bu, yıllardır kuru doktrinlerle oyalanan Anadolu çocukları kendini bulur ayan beyan.

İşte 12 Eylül darbesi tam da o günlerde patlar.

 

AH O MAMAK!

Ordumuz görünüşte memleketi Marksist bir ihtilalin eşiğinden kurtarmıştır.

Ancak milliyetçileri de unutmaz. “Bir soldan bir sağdan” mantığı ile gencecik fidanları ipe yollar. Yeşili seviyorlar canım, darağacı da bir ağaç sonunda…

Ama biz orak çekice karşı nazlı hilali dalgalandırmıştık.

Dalgalandırmasaydınız!

Arkadaşlarımız vurulurken, okullar, yurtlar işgal olunurken…

Karışmayacaktınız!

Hasılı devlet, “devlet-i ebed müddet” terimini terennüm edenlere hiiç acımaz. Alayını toplar, zindanlara tıkar.

Başkan sinyali almış olmalıdır, ilk furyada yakalanmaz. Hatta rahmetli?Türkeş’ten haber gelir “yurt dışına çıksın ilerde ihtiyacımız olacak!”

Muhsin bu! Arkadaşları küflü izbelerde kan terlerken, yurt dışına nasıl kaçar? Kulağında bir marş dalgalanmakta…

Halbuuuki yoldaşını, bıraaakıp kaçanların!.. Değişiriz topunu bir sokak kaltağına!..

Hem ortadan kaybolmayı gerektirecek bir suçu yoktur ki.

Silah kullanmamış, kullandırtmamıştır da.

Uzatmayalım çember daralır daralır ve malum beyler kapıyı çalar.

Haber manşetlerde! Sütun sütun, çarşaf çarşaf… Sanki Van canavarını yakalamışlar.

 

İNDAN İKİ HECE

Savaş mahkûmu gibi gözlerini bağlar, ikide bir araba değiştirir, hollywoodvari metodlarla merkeze alırlar.

Bir nizamiyede indirildiğini hisseder, “Papuçlarını çıkart!” Çıkarır. “Çoraplarnı da!” Bir anda tekmelemeye başlarlar. Hayatı boyunca korku diye bir duygu tanımayan Muhsin yelkeni suya indirmez, diklenmeye kalkar. Ta ki ensesine dipçik yiyene kadar. Alnı yere çarpar, üstü başı serapa kan.

İçeri sokar sokmaz sorguya alırlar. Bildiği bir şey yoktur, hoş bilse de konuşmaz.

Sen misin susan? El ve ayak parmaklarına kablolar bağlar, yüklenirler manyetoya.

Bakarlar etkilenmiyor, çırılçıplak soyarlar. Ne zaman ki haya duygusuyla yüzü kızarır, beylere malzeme çıkar.

Omzuna bir kalas koyar, kollarından bağlar, tavanda sallandırırlar. Kablolar tekrar bağlanır bu defa ceryan direkt tenasül uzvundan.

Ekmek yok, yemek yok. Sürekli ıslatırlar ama su içmek kesinlikle yasak zira elektrik verilince iç kanamalar olabilir ve ölünüz kimseye yaramaz. Elektrikli işkence öyle dayanılmaz bir hararet yapar ki, tuvalete giden yerdeki birikintileri yalar.

Mamak’ta rütbesiz erlere bile komutanım demek zorundadırlar, onların adı ise landır. Sadece “Lan!”

Falaka sıradan bir eziyettir. Maksat spor olsun bilek kalınlığında değneklerle girişip ter atarlar.

Muhsin gün boyu bir dal maydonaza bakar, ya da yarısı kıtlanmış çarlistona. Zira yer beyazdır gök beyaz. Beyaz florasan, beyaz parmaklıklar, beyaz badana… Bir süre sonra gözünüzün önünde beyaz beyaz kelebekler uçuşmaya başlar ki buna “kar körlüğü” diyorlar.

 

MEKTUP SORUNCA

Bir defasında sorma gafletinde bulunur “annemden mektup var mı acaba?”

Sen kimsin lan? Hesap mı soruyon? Elini aç.

Açar, vurur vurur vurur değnek kıralasıya…

Ertesi gün yine aynı er. Ağzından kaçar “Annemden mekt….”

- Aç lan elini! Sen uslanmıycan.

Biri zaten zedelidir, öbürünü uzatır.

- Hayır onu değil şiş olanı!

Dayanılası değildir, basınçtan tırnakları düşe, parmakları patlayayazar.

Biliyor musunuz? Muhsin Başkan o eri yıllar sonra bir benzin istasyonunda görür. Hem de Yozgat’ta!

Garsona seslenir “bir tatlı götür şu masaya!” Çocuk önüne konan tabağa boş boş bakar. “Kim yolladı bunu bana?”

“Arkanda!”

Çocuk başkanı tanır. Koşar eline kapanır. Abi ben ettim sen yapma!

Muhsin dostça kucaklar, “geçmiş geçmişte kaldı” der, “kafana takma. Ye tatlını, yoluna git sağlıcakla!”

Cildi aslında böylesine bozuk değildir. Yanağındaki pütürler söndürülen izmaritlerin izidir. İşkencecilerin tek tek adlarını adreslerini bilir ama ne sıkıştırır, ne de dava açar haklarında.

İki yüzü de Yunustur onun, ah bir yüzü Yavuz olsa!

 

VEKİLİN ALLAH OLURSA

Sırtımız bir gün yatağa değmese jetlak oluyoruz, kimyamız bozuluyor. Muhsin’i tam 21 gün sandalyeye bağlı tutarlar. Garibim namazlarını ima ile kılar.

Acıya dayanıklı bir bünyesi vardır, ayaklarının altından cerahatler aksa da yılmaz, yıkılmaz, yalvarmaz.

Lâkin kardeşlerine yapılanlara dayanamaz. Bu yüzden ona işkence seyrettirir, keyiflerine keyif katarlar.

Her gün değişik biri gelir olmadık suçları üstüne atar. “Konuş kurtul!” O kimseyi suçlamaz ama onu suçlayan bir genç çıkar. “Bu baskını Muhsin Başkanın emri ile yaptım” der açıkça… Heyet mal bulmuş gibi atlar, sanki oradaymış gibi ballandırırlar.

Çocuk bir fırsatını bulduğunda “özür dilerim abi” diye fısıldar, “Böyle konuşmak zorundayım. Bacağımdaki yarayı deşiyorlar, korkarım kangren olacak!”

Şimdi kızsın mı, acısın mı? Ama işin şakası yok, idamını istiyorlar. Boynunu büker ellerini açar. “Hasbünallahi venimel vekil…”

Allah için öldükten sonra… Ha yorganda olmuş ha urganda…

Aynı çocuk mahkemede müthiş bir savunma yapar “zikr olunan tarihlerde gözaltında olduğunu” ispatlayan kağıdı gözlerine sokar. Savcıyı ne biçim tongaya bastırmıştır ama..

Dava düşer ama Muhsin’i salmazlar. Hücre çekilecek gibi değildir, 2.5 metrelik deliği bir Dev-Yol lideri (Nasuh Mitap) ile paylaşırlar. Bir kere bile hır niza çıkmaz, kodes arkadaşını korur kollar. Neticede o da etten kandan, insan ya insan!

 

MEDRESE-İ YUSUFİYE

Ara sıra alır kafese kapatırlar. Burada dimdik duracak, sadece tavana bakacaksın. Hazır ol! Rahat! Uygun adım marş! Ayağın mı tutmadı yat! Jop, kayış, sopa…

Hey sen İzmir Marşını söyle.

Tamam şimdi İstiklal Marşına başla!

O marş için canını verir hâlbuki, iyi de böyle olmaz ki ama…

Tuvalete giderken bile merasim adımı… Sol, sol… Sol, saa, sol!

Askerler özellikle sosyalistler arasından seçilmiştir, ki terhis olunca anlatsınlar. “Aga Muhsin faşistini bi süründürmüşüm sorma!”

Yemek ağza alınmayacak kadar özensizdir, nerde kokmuş ekşimiş varsa kazana… Kaplar pis mi pis, adeta iğrendirmeye çalışırlar.

Kendi karavanadan yer ama arkadaşlarına kantinden ısmarlar.

Hazıra dağ mı dayanır, neticede para biter, çay bile söyleyemez olurlar.

Ama adları sanları vardır, madara olmayacaklardır. Kalkar “bundan böyle bizim çayımız da ince belli bardakla verilsin yoksa…” Kabul edilmez. “İçmiyoruz o zaman!”

Sureta boykot… Bunca komünistin içinde “mangır kalmadı” diyecek değildir ya.

Zaman zaman Avrupa’dan komiteler gelir işkence iddialarını soruştururlar. İçlerinden biri bile çıkıp devleti yabancıya şikayet etmez, kol kırılır yen içinde kalır o hesap.

Muhsin Beye isnat edilen suçlar mesnetsizdir Avukatı Şerafeddin Yılmaz tahliye istemeye hazırlanır.

“Aman abi” der “sakın ha! Ben çıkarsam bu çocuklar yıkılırlar. Zindanda olduklarını anlayamadılar daha…”

Dağ gibi bir insandır o. Hani büyüklüğü çıktıkça anlaşılanlardan…

 

 

Öyle anaya can feda

Ortaokul yıllarında babası bir şeye kızıyor. “Sana artık okul mokul yok, yarından tezi yok tarlaya!”

Sabah çifte çubuğa çıkacaklar. Anne diz çökmüş kapıda “Efendi Muhsinimi okula yolla. O güzel şeyler yapacak. Bak seni Allaha havale ederim yoksa!” Hanımını bilmez mi? Gönlü yanıklardan. Ellerini açtırmaya gelmez. Ahı tutar mı tutar.

 

Gülenler ağlayanlar

Yıllar sonra arkadaşlarıyla bir araya gelir eskilerden anlatırlar. Güle güle ölürler, kahkahaları dışarı taşar. Konuklar ayrıldıktan sonra hanımı sorar. “Neydi o muhabbet öyle?”

- Hiiiç… Mamak hatıralarını anlattık da…

- O sizi güldüren şeyler, bizi ne kadar ağlattı biliyor musun zamanında!

 

 

Hayırdır inşaallah

Ölümünden evvel sevenlerinden biri geliyor. “Sizi rüyamda gördüm başkan” diyor “helikopteriniz havada paramparça…”

Gülüyor: “Hayra yor, hayra!”

Tek hayır geliyor aklıma…

Şehittir inşaallah!

 

 http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?ID=432118

Paylaş


7 − dört =


Copygiht © 2009 www.mehmetastan.com Mehmet TAŞTAN Kişisel Web Sayfası - Web Tasarım