25 Nisan 2024, Perşembe 06:35:55 İletişim Formu

Ali bin Muhammed (Rahmetullahi Aleyh)

Ekleyen zmtadmin On Ocak - 15 - 2010 Yorum Ekle

gunun_sozuSırf makam sahibi olmak ve biliyor desinler için birkaç mesele öğrenip, insanlara fetva vermeye kalkışmak, ne kadar ayıptır.

 Ali bin Muhammed Rahmetullahi Aleyh

One Minute İsrail

Ekleyen zmtadmin On Ocak - 15 - 2010 Yorum Ekle

resim5One Minute İsrail… Hop hop…

 Bu ne cüret yahu…

İnsanlığa karşı suç işlemekten sabıkalı,

Yüzölçümü Türkiye’de ortalama büyüklükteki bir vilayet kadar olan İsrail,

Filistin topraklarında işgalini sürdürürken,

7 buçuk milyon nüfusu ile dünyaya kafa tutuyor.

Bu yetmiyor…

Bize ahlak dersi vermeye,

Ve posta koymaya kalkıyor…

Sözüm O’na demek istiyor ki,

Bu işler nüfusla, yüzölçümü ile olmuyor.

Param ve teknolojim varsa güçlü benim,

Bana muhtaçsınız,

Siz kimsiniz demek istiyor…

Biz de buna bir dakika,

Hop hop ağır ol kardeş derler…

Sakın sabrımızı taşırma İsrail…

Türk Devleti hiçbir devlete benzemez…

Misafirini nasıl karşılayacağını bilmiyorsan?

O tıfıl halinle sandalyelere çıkıp,

Boyunu uzatmaya kalkarak büyüdüğünü zannediyorsan…

Kendi bayrağını masaya koyarak,

Kimi nasıl hesaba çektiğinin…

Bir gün gelir hesabını sorarlar.

Misafire nasıl davranılacağını…

Büyüsen de nasıl küçüldüğünü…

Türk bayrağını nereye asacağını…

Dünya âleme gösterirler…

Sonra tez elden,

Özür mektubu yazmak zorunda kalırsın…

Hop hop İsrail…Hop hop…

Haddini bil…

Aklını başına topla…

Belki bir dahaki sefere

One Minute demeye vakit kalmaz.

 Haftaya görüşmek üzere…

http://www.medyabar.com/koseyazilari/1252/one-minute-israil8230-hop-hop.aspx

 http://www.sakaryahalk.com/default.aspx

http://www.akyazihaber.com/yazidetay.php?id=15

Kurtlar Vadisinin Yakışıklısı Kuzulukta

Ekleyen zmtadmin On Ocak - 15 - 2010 Yorum Ekle

  

d23241aac2c8413b9c0839ac80e442e24220cf2c294b4512ac89147d05a30174Kurtlar Vadisi’nin Yakışıklısı Kuzuluk’ta

 Kurtlar Vadisi dizisinde Gladyo’nun adamlarından Yakışıklı lakaplı oyuncu Serdar Deniz, Kuzuluk Kaplıca Evleri’ni ziyaret etti

 Tesisler hakkında Kuzuluk Kaplıca Evleri Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Taştan’dan bilgi alan oyuncu Serdar Deniz, tesisleri bir baştan bir başa gezerek inceledi.

Tesisleri çok beğendiğini söyleyen ve 1995-98 yıllarında Almanya’nın Köln şehrinde konservatuvar eğitimi alan oyuncu, Kuzuluk Kaplıca Evleri’nde “Polat Alemdar’a sakın dokunma” uyarısı aldı.

Serdar Deniz de dizide Polat Alemdar ile işinin olmadığını, hedefinin Abdülhey olduğunu söyledi.

resim236

http://www.akyazihaber.com/haberdetay.php?id=146

http://www.medyabar.com/haber/13125/yakisikli-kuzulukta.aspx

Hazreti Ali (Radıyallahü anh)

Ekleyen zmtadmin On Ocak - 12 - 2010 Yorum Ekle

Hazret-i Ali (Radıyallahü anh)

gunun_sozu

İnsan, söylemediği sözün hakimi, söylediği sözün mahkûmudur.

Hazret-i Ali Radıyallahü anh

Alâeddîn Abizî (Rahmetullahi Aleyh)

Ekleyen zmtadmin On Ocak - 10 - 2010 Yorum Ekle

gunun_sozuAğzına helva verenle ensene tokat atan Müslüman arasında fark gözettiğin müddetçe, imanın kemale gelmiş değildir.

 Alâeddîn Abizî Rahmetullahi Aleyh

Mahmut Amca

Ekleyen zmtadmin On Ocak - 10 - 2010 Yorum Ekle

Muammer ERKUL

muammererkulMahmut Amca

 

Cağaloğlu’ndaki binadayız. Yazı işlerine açılan odasındaki Mahmut Amca, telefonda; “innâ lillâh, ve innâ ileyhi râciûn” diyor ve sonra bana dönerek;

“Servisin şoförü İlyas Abiyi tanır mıydın, diyor. Vefat etmiş…”

“Tanımaz mıyım, Murat’ın babası…”

Murat Başaran yakın arkadaşım, o sıra asker. Mahmut Genç onca işine rağmen yazılarımızı gözden geçiriyor, yayın öncesi. İlyas Amca ise kalpten gidiveriyor. 1994’ün 15 Eylül günü “innâ lillâh, ve innâ ileyhi râciûn” cümlesini zihnime yazıyorum. Ne zaman birinin vefat ettiğini duysam okuyorum. Aklıma da hep Mahmut Amcamızın (İlyas Başaran’ın öldüğü günkü tonuyla) sesi geliyor…

*

7 Ocak 2010 Perşembe sabahı erken saatte yazımı gönderdim. Tuncay Şenyürek’in “aldım” demesini bekliyorum ki, yatacağım… Saat 09.30 sularında cevap geliyor ki altında bir de not var; Mahmut Amcanın vefat ettiğini bildiriyor!.. Duygusal çalkalanışımı tasvir edemem… Dudaklarımdan yine; “innâ lillâh, ve innâ ileyhi râciûn” dökülüyor.

*

O gün ikindide Eyüp Sultan’daydık. Oğlu Özcan Abi bile; “ne kadar çok seveni varmış” dedi… Parmak uçlarımı tabutuna dayayıp ancak birkaç adım yürüyebildim… Bu yazıyı ise, şu sözleri söylemek için yazıyorum: Giden birinin, nereye doğru gittiği belli oluyor be yahu!..

Maça gidenin stada doğru gittiğini; askere gidenin kışlaya doğru, plaja gidenin denize doğru, hacca gidenin Hicaz’a doğru gittiğini anlıyor insan, her şeyinden…

Allahü teala rahmet eylesin. Hepimizin başı sağ olsun…

Bu satırlar burada bitmez. Mahmut Amca hakkında yazılanları bizim sitede (adres yukarıda) toplayacağız inşallah. Sıcağı sıcağına, ikişer satır da olsa anlatın hatıralarınızı ki abiler, yarına kalanlar unutulmasın…

Çünkü bir Mahmut Genç daha kolay kolay gelmez!

Mekkei Mükerremenin Fethi

Ekleyen zmtadmin On Ocak - 10 - 2010 Yorum Ekle

Ramazan Ayvallı

s119790583808_5224Mekke-i Mükerreme’nin Fethi

 Şüphe yok ki, 1 Ocak 630 târihinde “Mekke-i Mükerreme’nin Fethi”, “İslâm Târihi”nin en önemli kilometre taşlarından biridir. Geçen hafta, yılbaşıyla ilgili yazılar yazdığımız için, bu konu bu haftaya kaldı.

Bilindiği üzere, Muhammed aleyhisselâma Peygamberlik verilip insanları şirkten, putlara tapmaktan vazgeçmeye ve Allahü teâlâya îmân etmeye da’vete başladığı günden i’tibâren müşrikler O’na karşı çıktılar. Mekkeli müşrikler; sevgili Peygamberimize de, diğer Müslümânlara da çok şiddetli düşmânlık gösterdiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ tarafından, Müslümânların hicret etmelerine izin verildi. Sayıca az olan ilk Müslümânlar, müşriklerin hücûmları karşısında, îmânlarını korumak ve yaymak maksadıyla, mallarını-mülklerini bırakarak, Mekke-i mükerreme’den Medîne-i münevvere’ye hicret etmişlerdir.

Ama sekiz yıl sonra güçlü ve kalabalık bir ordu hâlinde geri dönüp orayı fethetmişlerdir. Hicretin altıncı yılında Peygamber Efendimizle “Hudeybiye Antlaşması”nı imzâlayan Mekkeli müşrikler, iki yıl sonra bu antlaşmayı bozdular. Sulhun devâmı için Müslümânlarca yapılan yeni teklîflere de uymadılar.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ve hâzırladığı İslâm ordusu, hicretin 8. yılında, 1 Ocak 630 târihinde, Medîne-i münevvere’den 10.000 kişilik bir ordu ile gelerek, harp etmeden ve kan dökmeden Mekke-i mükerreme’yi teslîm aldı. Düşmânlarına da; “Sizin hiçbirinizi, sorguya çekecek değilim. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” buyurdu.

Peygamberimizin, Mekkeli müşriklerle biri sulh, diğeri de harp devri olmak üzere iki şekilde münâsebeti oldu. Sulh devrinde müşriklerin alay, hakâret, işkence, bütün münâsebetleri kesme ve şiddete başvurma gibi çeşitli safhalarda sürdürdükleri düşmânlık, hicretin ikinci yılında harp şekline dönüştü.

Müslümânların Mekke’den Medîne’ye hicret etmesinden sonra da düşmânlıklarını devâm ettiren müşrikler, ordu hazırlayıp Medîne’de bulunan Müslümânlar üzerine yürüdüler. Bedir, Uhud, Hendek… gibi kanlı savaşlar yapıldı. Bu savaşlarda Müslümânlar karşısında tutunamayıp perişân oldular. Nihâyet hicretin altıncı yılında Peygamberimizle sulh yapmayı kabûl ettiler ve “Hudeybiye Antlaşması”nı imzâladılar.

On yıl süre için imzâlanan bu antlaşmanın bir maddesine göre, Kureyş kabîlesi dışında kalan diğer Arap kabîleleri, Müslümânlardan veya müşriklerden istedikleri tarafın himâyesine girebileceklerdi. Bu antlaşma gereğince, Huzâa kabîlesi Peygamberimizin, Benî Bekr kabilesi de müşriklerin himâyesine girmişti. Bu iki kabîle arasında eskiden beri süregelen bir düşmânlık vardı. Bahâneler arayarak hâdise çıkarmak isteniyordu.

Bir gün Mekkeli müşriklerin himâyesindeki Benî Bekr kabilesinden biri, şiir okuyarak Peygamber Efendimizi hicvetmeye yeltendi. Huzâa kabilesinden bir genç, buna râzı olmayıp, hicvedici şiir okuyan adama bundan vazgeçmesini söyledi; fakat o vazgeçmedi. Bunun üzerine başına vurup yardı ve susturdu. Benî Bekr kabilesi, bu hâdiseyi bahâne ederek Huzâa kabîlesi üzerine ânîden saldırdı. Kureyş müşrikleri de bu saldırıda Benî Bekr kabîlesine yardımda bulundukları gibi, ayrıca kıyâfet değiştirerek onlarla birlikte Huzâa kabîlesi üzerine saldırdılar ve yirmiüç kişiyi öldürdüler… Bu saldırıda, bilfiil çarpışmaya da katılan Kureyş müşrikleri, “Hudeybiye Antlaşması”nı bozdular.

Huzâa kabîlesi, durumu Peygamber Efendimize arz etmek üzere, kabîleden 40 kişilik bir hey’eti Medîne’ye gönderdiler. Peygamberimiz, Huzâa kabilesinden gelen hey’eti, kendilerine mutlakâ yardım edeceklerini va’d ederek, yurtlarına geri gönderdi.

Sevgili Peygamberimiz, bunun üzerine Mekkeli müşriklere haber göndererek; “Ya Huzâa kabîlesinden öldürülenlerin diyetini (kan bedelini) ödeyiniz veya Benî Bekr kabîlesini himâyeden vazgeçiniz. Bunlardan birini kabûl etmezseniz, ‘Hudeybiye Antlaşması’nı bozduğunuzu ve bunun netîcesi olarak sizinle harb edeceğimizi biliniz” teklîfinde bulundu.

Mekkeli müşrikler bu teklîfleri kabûl etmediklerini ve harbe hazırlanacaklarını bildirdiler. Böylece “Hudeybiye Antlaşması” resmen bozulmuş oldu. Antlaşmayı bozan Kureyş müşrikleri, kısa bir müddet sonra da antlaşmayı yenilemek istediler. Bu maksatla, o zaman henüz Müslümân olmamış olan Ebû Süfyân’ı Medîne’ye gönderdiler.

 Ebû Süfyân, Medîne’de kendi kızı ve Peygamberimizin zevcesi olan Ümmü Habîbe’ye ve Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerine, sonra da Peygamberimize gidip, sulhu yenilemek istediklerini söylediyse de müsbet cevap alamadı. Ebû Süfyân, son olarak Hazret-i Alî ile görüştü. Alî (radıyallahü anh) ona; “Sen, Kureyş’in ileri gelenisin, çıkıp halk içinde antlaşmayı yeniliyorum” dersin, diyerek başından savdı.

Ebû Süfyân, Peygamberimizin mescidine girdi; “Ey insanlar! Ben her iki tarafı da himâyeme alıyor, sulhu yeniliyorum” dedi. Peygamberimiz; “Yâ Ebâ Süfyân! Sen bunu (kendi kendine) söylüyorsun, ben değil” buyurdu. Ebû Süfyân, bundan sonra Mekke’ye döndü…

 

Ebû Süfyân döndükten sonra, Peygamberimiz, Hazret-i Ebû Bekr’le Hazret-i Ömer’i çağırdı. İstişâre yaptı ve harbe karâr verdi. Hâzırlığa başlanıp, ordu toplandı. Bütün hâzırlıklar gizli tutuldu. Ancak bu durum Medîne’den Mekke’ye gitmekte olan bir kadın vâsıtasıyla gönderilen mektupla Mekkelilere haber verilmek istendi. Bâzı sebeplerle girişilen bu teşebbüs, Allahü teâlâ tarafından, Cebrâil aleyhisselâmla, Peygamberimize haber gönderilerek bildirildi. Peygamberimiz, Hazret-i Ali ile Hazret-i Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved’i (radıyallahü anhüm) çağırıp; “Sür’atle gidiniz, Hâh denilen yere vardığınızda bir hâtûn bulursunuz. Onda bir mektup vardır. O mektûbu alıp bana getiriniz” buyurdu. Sür’atle gidip kadını buldular. Mektûbu istediklerinde kadın; “Benim yanımda mektup yok” diyerek gizlemek istedi. Hazret-i Ali kılıcını çekip; “Resûlullah asla yalan söylemez” deyince, kadın saç örgüsünün arasına sakladığı mektûbu çıkarıp verdi. Böylece haber verme teşebbüsü engellendi.

Sevgili Peygamberimiz, bütün hâzırlıkları tamâmladıktan sonra, on bin kişilik bir ordu ile Mekke’ye doğru yola çıktı. Medîne’den hareket, ramazânın ilk günlerinde idi. Bu sırada Hazret-i Abbâs da Medîne’ye hicret ediyordu. Yolda İslâm ordusu ile karşılaştı. Daha önce Müslümân olduğu hâlde, durumu müşriklerden gizleyerek Mekke’de kalmıştı…

Peygamberimiz, ordusuyla Mekke’ye yaklaşırken, yollar tamâmen tutulmuş olduğu için, Kureyş müşrikleri, üzerlerine gelen İslâm ordusundan habersizdi. Sevgili Peygamberimiz, savaş düzenine soktuğu ordusunda, kabîlelere bayrak ve sancaklar verdi. “Merru’z-Zahrân” denilen yere varınca karargâh kuruldu. Burada Peygamberimiz, gece vakti on bin ateş yakılmasını emretti. Her birlik kendi çadırı önünde ateş yaktı. Bir anda her tarafı aydınlatan binlerce ateşin yandığını gören Mekkeliler, neye uğradıklarını anlayamayıp iyice şaşırdılar. Hemen Ebû Süfyan’ın yanına toplandılar.

Ebû Süfyân, yanına aldığı üç dört kişiyle durumu öğrenmek için İslâm ordusunun bulunduğu yere doğru yürüdü. Karargâha yaklaştığı sırada, İslâm askerleri onu yakaladılar. Hazret-i Abbâs onu alıp Resûlullah’ın huzûruna götürdü. Peygamberimiz, Ebû Süfyân’ı affedip, amcası Abbâs’a; “Onu bu gece çadırına götür, sabâhleyin bana getir” buyurdu.

Sabâh olunca Resûlullah’ın huzûruna götürüldüğünde; “Ey Ebû Süfyân! Henüz, ‘Lâ ilâhe illallah’ diyeceğin vakit gelmedi mi?” buyurdu. Ebû Süfyân, Peygamberimize; “Anam-babam sana fedâ olsun. Bu kadar cefâdan sonra beni hidâyete çağırıyorsun, ne hoş hilm ve ne güzel kerem sâhibisin. İnandım ki Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur” dedi ve Kelime-i şehâdeti söyleyerek Müslümân oldu.

Peygamberimiz, Ebû Süfyân’a (radıyallahü anh); “Kim Ebû Süfyan’ın evine, Kâbe’ye, Mescid-i Harâm’a ve kendi evine sığınırsa emîndir” buyurarak Mekke’li müşriklere bunu bildirmesini emretti. Ebû Süfyân, Mekke’ye dönmek üzere izin istediğinde, Peygamberimiz, amcası Hazret-i Abbâs’a; “Ebû Süfyân’ı al, ordunun geçeceği yolun dar bir yerine götür, İslâm ordusunun büyüklüğünü görsün” buyurdu.

Abbâs (radıyallahü anh); onu alıp ordunun geçeceği yolun dar bir yerine götürdü. Ordu hareket edip, Eshâb-ı kirâm kabîle kabîle Ebû Süfyân’ın önünden geçiyor, “Allahü ekber” sadâları her tarafı çınlatıyordu. Her birlik geçtikçe, Abbâs (radıyallahü anh), ona tanıtıyordu. En son, Peygamberimizin bulunduğu birlik geçti. Bundan sonra Ebû Süfyân sür’atle Mekke’ye döndü. Mekke’ye varınca, kendisini heyecân ve endîşe ile bekleyen Kureyşlilere: “Ey Kureyş! Bu gelen Muhammed’dir (sallallahü aleyhi ve sellem); karşısına çıkılmayacak bir kuvvetle Mekke’ye geliyor. Her kim Mescid-i harâma veya Ebû Süfyân’ın evine sığınır yâhûd kendi evine kapanırsa emîndir” dedi. [Bu konunun devâmını, başka makâlelerimizde ele alırız inşâallah.]

Râbia-i Adviyye

Ekleyen zmtadmin On Ocak - 8 - 2010 Yorum Ekle

gunun_sozuİşlediğiniz günahları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyin!

 Râbia-i Adviyye Rahmetullahi Aleyh


Copygiht © 2009 www.mehmetastan.com Mehmet TAŞTAN Kişisel Web Sayfası - Web Tasarım